8 Mart 2008 Cumartesi

Wolfovitz' in Söyledikleri Üzerine...

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfovitz' in geçtiğimiz hafta iki Türk gazetecisine verdiği mülakatta, Türk-ABD ilişkileri ile ilgili olarak yaptığı yorumlar ve Türkiye hakkında sarf ettiği sözler, aylar öncesinden, tezkere tartışmalarının başladığı günlerden bu yana devam eden Ankara-Washington hattındaki gergin havayı daha da tırmandırdı.

Gerçi hükümet yetkilileri kamuoyu önünde olayı geçiştirmeye ve hiçbir şey olmamış gibi bir hava oluşturmaya çalıştılar, ancak bütün bu olanlardan sonra Türk-ABD ilişkileri artık öyle bir mecraya girdi ki, ne yetkililerin verdikleri ayaküstü cevaplarla, ne de medyanın önemli köşe başlarını tutan bazı kişilerin (işlerine geldiği zaman) en olumsuz olaylarda bile hayırlı bir taraf arama (ve kendilerince bulduklarını sanma) poliyannacılığıyla hallolacak gibi görünmüyor.

Zira, Wolfovitz' in "dost acı söyler" üslubu içinde dile getirdiği hususların ve ardından da yine bu konu ile ilgili olarak "güvercin" dışişlerinden M. Grossman'ın diplomatça sulandırılmış sözlerinin, bizdeki bazılarının zannettikleri gibi sadece mezkur zevatın hüsnü kuruntularının ya da demeçlerdeki şekliyle "kişisel hayal kırıklıklarının" bir sonucu değil, aksine, ABD başkentindeki ve hatta Beyaz Saray' daki genel havanın bir yansıması olduğunu görüyoruz.

Buna rağmen, bazılarının olayın önemini (başka bir deyişle krizin derinliğini) anlamanın çok uzağında bir hava içinde, ikide bir "aman ne yapalım canım, Amerikalı dostlarımız da bizi anlasın artık. Görmediler mi, hükümetin fedakarca bin bir engele rağmen hazırladığı tezkere parlamentoda kabul edilmedi işte. Daha ne istiyorlar bizden... Onlar da Türkiye'nin demokratik bir ülke olduğunu bilsin ve tarihimizde (belki de) ilk kez gösterdiğimiz bu (demokratik) dirayeti alkışlasınlar" demeleri çok anlamsızdır. Çünkü bu çevreler de devletler arası ilişkilerin, (ulusal yada ulusal olmayan) herhangi bir devletin çatısı altında yaşayan insan ve kurumlardaki gibi belli hukuki kurallar çerçevesinde değil, (kaba) milli menfaatler doğrultusunda yürüdüğünü çok iyi biliyorlar. Bugün dünyada uluslararası ilişkileri düzenleyecek devletler üstü bir devlet yoktur. Birleşmiş Milletler ve NATO gibi mevcut milletlerarası organizasyonların bunu sağlamaktan çok uzak olduğu açıktır.

Şu an için, uluslararası ilişkilerde geçerli olan kurallara futbol maçlarında taraf(takım)ların maçın kurallarına gösterdikleri saygı kadar saygı göstermediklerini görüyoruz. Bu arada taraf deyince akla "taraftar" geliyor. İşte aslında devletlerin, aralarında geçerli olan (kurallara) ancak taraftarların saha ve oyun kurallarına gösterdikleri saygı kadar riayet ettiklerini söyleyebiliriz.

Amerikalılar için önemli olan şeyin Irak konusunda yürütülen politikaların "mükemmel" bir biçimde yürümesi olduğunu biliyoruz. Bu planlarını olumsuz yönde etkileyen dışsal her türlü faktörün onları kızdırması ve bu olumsuz duruma sebebiyet verenlere içten içe antipati duymaya başlamaları normaldir. Hele bir de bu olumsuz etkinin, tekere bilinçli bir çomak sokmadan kaynaklandığını düşünürlerse, bu işin müsebbibi hakkında ne düşünebileceklerini varın siz tahmin edin.

Şunu unutmayalım ki Amerika Birleşik Devletleri, savaş sonunda (büyük bir ihtimalle henüz sıcak savaş devam ederken) Irak meselesi ile ilgili olarak, olayın başından en sonuna kadar her şeyin güzel bir muhasebesini yapmıştır. Bununla ilgili olarak, içerden ve dışardan kendi politikalarına gösterdikleri hassasiyet (yada hassasiyetsizliğe) göre, (kendince) bazılarını taltif edip ödüllendirirken, bazılarına da "suçu"nun ağırlığına göre birtakım cezalar kesmiştir.

Bu durum Amerikan politikası açısından gayet doğaldır. Kim olsa böyle yapar çünkü. Biz de ulusal çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa (elimizden geldiğince) öyle davranmıyor muyuz? Parlamentomuzda son asker bulundurma tezkeresini reddederek, ulusal çıkarlarımızın gereği olarak "stratejik müttefikimiz" olan ABD' ye posta koymuş olmadık mı? Dünya' da bu işler hep böyle olmuyor mu? Amerikalılar da işte, kendi ulusal (ve hatta bizden fazla olarak "küresel") çıkarlarının gereklerinin bizimle ilgili kısımlarını (bugüne kadar alışık olmadığımız bir üslupla) Wolfovitz' e söylettiler. Olay bundan ibaret...

Bu konuda ne gücenmeye ne de paniklemeye gerek vardır. Bizim de, Onlar gibi sakin kafayla oturup bir durum değerlendirmesi yapmamız gerekir. Elbette ki bu görev yalnızca devletin yetkili makamlarında bulunan kişilere değil, aynı zamanda bu konuda bir katkısı olabilecek (toplumdaki) herkese aittir.

Bu değerlendirmeyi yaparken de, tezkereyi reddettiğimiz günden beri hükümeti ve muhalefetiyle, askeri ve siviliyle, medyası ve aydınıyla hemen herkesi yaptığı "red kararını parlamento verdi diye anlayışla karşılanma" beklentisi içine girme hatasından vazgeçilmelidir.

Dediğim gibi, uluslar arası ilişkiler açısından bu durum bir mazeret sayılmamaktadır. Bizim için geçerli ve yüce olan değerler başkaları için bir anlam ifade etmeyebilir. Fransa parlamentosunda Ermeni iddiaları doğrultusundaki tasarı geçtiğinde devletçe ve ulusça ne yaptığımızı hatırlayalım. "Çok güzel, aferin Fransızlara; meclisleri Türkiye aleyhine son derece demokratik bir karar aldı." mı dedik, yoksa elimizden (bu arada en çok da dilimizden) geleni ardımıza koymadık mı? Dahası, bugüne kadar komşularımız tarafından aleyhimize yürütülen düşmanca politikaların oluşumunda ilgili ülke parlamentolarının ve genelde de halklarının hiç mi bir dahli olmadı? Sırf parlamento(ların demokratik) kararı diye aleyhimize yürütülen her politikaları anlayışla karşılıyor muyuz?

Olaya Amerika açısından bir de böyle bakalım ve işin bu noktaya gelmesine neden olan kişi, kurum ve hatta zihniyetlerden hesap sorup gerekiyorsa ceza keselim. Ondan sonra da Türk-ABD ilişkilerinin (ulusal çıkarlarımızın gerektirdiği şekilde) yeniden normale dönmesi için bir şeyler yapalım, lütfen... 11.5.2003, İstanbul

Hiç yorum yok: