8 Mart 2008 Cumartesi

Amerika İle Savaşabilir miyiz?

Öteden beri Türk insanının biliç altında bulunan fakat, son Irak olayları sonrasında ancak vatandaşların kendi kendine açıkça sormaya cesaret edebildiği bu soruya cevap olarak peşinen “hayır” demek durumundayız.

Zira, ABD’ nin bugün itibariyle ulaşmış olduğu, dünya güç dengesinde daha evvel eşi görülmemiş üstün konumu gözönünde bulundurulduğunda, bu ülke ile Türkiye gibi orta ölçekli bölgesel bir gücün silahlı çatışmasını bildiğimiz anlamda bir savaş olarak nitelendirmek de mümkün değildir esasında. Böyle bir çatışmayı, ne yazık ki, karşılıklı belli bir kuvvet dengesinin bulunduğu iki güç arasında cereyan eden bir savaştan çok; aralarında asimetrik bir dengesizliğinin mevcut olduğu devletlerden güçlü olanının güçsüz olanı çepeçevre bir biçimde kuşatarak ona karşı askeri bir “operasyonda” bulunması şeklinde nitelendirmek daha doğru olacaktır. Yani ABD gibi bir süper güç Türkiye gibi bir ülkeyle gerçek anlamda savaşmaz. Böyle bir çatışma olsa olsa ABD’ nin Türkiye’ye karşı yıpratıcı ve belki de çökertici bir operasyonu olur.

ABD’ nin Savaş Üstünlüğü

Doğu blokunun siyasi ve askeri olarak tasfiyesinden sonra eriştiği rakipsiz konumu sayesinde son on-onbeş yıldır dünyanın değişik bölgelerinde giriştiği askeri operasyonlarda iyice ispatladığı gibi, Amerika’ nın; karadan, havadan, denizden ve hatta uzaydan kuşattığı ülkeleri, diplomatik açıdan da bir şekilde izole ederek mecalsiz bir hale soktuğunu görüyoruz. Yugoslavya’ da, Afganistan ve Irak’ da bu şekilde hareket eden Amerika’ nın kendi ülkesinde, 11 Eylül hadisesini dışarıda bırakırsak, tek bir kurşun bile sıkılmamıştır. Komşu ülkelerdeki üsslerinden, yakın denizlerde demirlenmiş gemilerden kalkan uçak ve fırlatılan yüksek tahrip gücüne ve uzun menzile sahip füzelerle her türlü iç ve dış ikmal kabiliyetinden yoksun bırakılan bu çaresiz ülke orduları, kendilerini nereden vurduğunu bile tam olarak bilemedikleri bu üstün teknolojik güç karşısında eli kolu bağlı kalmışlardır. Ülkelerini 20-30 gün gibi kısa bir süre içerisinde dize getirip işgal eden, ordularını ve hatta büsbütün bir devlet mekanizmasını bile dağıtarak yere bir eden Amerika’ nın bir-iki uçağınının düşürülmesini sözünü ettiğimiz bu devletler için bir başarı olarak göstermek mümkün değildir.

Kendimize Dev Aynasında Bakmamalıyız

Bu husus şunun için önemlidir. Malum, son zamanlarda, yakın çevremizde güttüğü politikalaradan duyulan rahatsızlık nedeniyle Amerikan karşıtı bir tutum içine giren Türk kamuoyunun bu görüşünün kemikleşip genelleşerek alenileşmesi için uğraş veren bazı çevreler; halkı bu konuda sözde “cesaretlendirerek” ABD saldırganlığı ve emperyalizmine karşı “sağlam” bir duruş takınıp “milli birlik” içinde hareket etmesi için çeşitli yollarla mileti ajite etmeye çalışıyorlar. Amerika’nın; Irak, İran ve Suriye’ den sonra eninde sonunda yönünü bize çevireceğini ve bu nedenle halkın, yakın bir gelecekte zuhur edecek olan bu tehlike karşısında şimdiden “kuva-yı milliye” ruhu içerisinde mücadeleye hazırlanmsı gerektiğini ileri süren bu kişi ve kurumlar, Türkiye’ nin, bu şekilde hareket ettiği takdirde, her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğini söylüyorlar.

Türk-ABD Savaşı

Bu şekilde düşünen çevrelerin duygularına tercüman olduğu için hayli ilgi gören “Metal Fırtına” adlı kurgusal romanda, Kuzey Irak’ dan ABD saldırısı ile başlayan Türk-Amerikan savaşında, düşman güçlerini geri püskürterek zafer kazandığımız yazılıyor.

Hayır efendim! Kendimizi ve en önemlisi de halkı ve devlet siyasetine yön veren idarecileri yanıltarak boşuna cesaretlendirmeye hakkımız yok bizim. Türkiye, öteden beri üzerinde belli bir hak iddiasında bulunduğu petrol zengini Musul-Kerkük bölgesine yada yine bir enerji deposu niteliğinde olan ve Türk dünyasının kapısının aralanmasında bizim için anahtar mesabesinde olacak Kafkas ve Hazar bölgesine, dünyanın ve onun şu anda egemeni durumunda bulunan Amerika’ nın oluru dışında müdahale etmediği müddetçe ABD bize neden saldırsın? Şu an bölgesel bir güç olan Türkiye’ yi bir dünya gücü durumuna sokabilecek böylesi müdahaleleri engellemek yada “cezalandırmak” için Irak’ ın Kuveyt macerası sonrasında yaptığı gibi hareket edecek olan Amerika’ nın bize yalnız Kuzey Irak’ dan saldıracağını da kim söylemiş? Böyle bir durumda, Allah korusun, kıymetini tam olarak bilemediğimiz denizlerimizden ve bizi çevreleyen “düşman” komşularımızdan rahatlıkla bize saldırabilecek olan Amerika’ nın neresiyle savaşacağız? Elimizde Amerikan ülkesini yada dünyanın başka herhangi bir yerindeki bir hedefini vurabilmamizi sağlayacak silahımız var mı? Başkentimizdeki büyük bakanlık binalarımızdan askeri karargahlarımıza, güzel İstanbul’umuzdaki dev sanayi kuruluşlarımızdan görkemli gökdelenlerimize, şehrin iki yakasını bir araya getiren ulusal gururumuz güzelim köprülere ve ülkenin değişik yerlerine yayılmış büyük tesis ve santrallerimize kadar 80 yıllık emek ve gayretimizin ürünü binlerce eserimiz Amerikan tomahawklarına hedef olurken; biz, düşmanın hangi binasının kaç tane camını kırabileceğiz? Millet olarak ciğerimiz yanarken kaç Amerikalının parmağını kanatabileceğiz?

Tarihte belli bir dönem dünyaya sözünü geçirmiş ve “yedi düvel”e karşı meydan okuyarak kurtuluş savaşı kazanmış olabiliriz belki, ama, rica ederim; geçmişle bugünü, değişen şartlar ve güç dengeleri itibariyle mukayese ederek gerçeği neden bir türlü görmek istemiyoruz?

En Makul Çözüm Makul Bir Denge Politikası Gütmektir

Bağımsızlığını kazanmasından, uygar dünyanın üyesi çağdaş bir cumhuriyet olarak ilan edilmesine kadar, bugüne dek geçen 80 küsur yıllık süre boyunca istikrar ve birliğini hep dünya ve bölge dengelerini ustaca kullanarak korumayı başarmış olan bu Ülkeyi, uluslar arası denge istifhamlarının tersyüz olduğu bu dönemde kapımıza dayanmış olan bu pervasız güce karşı ringe çıkarmak isteyenlerin, Saddam ve şürekası yada Miloseviç ve ferasetsiz takımından ne farkı var? Bu konuda örnek vermek için uzaklara, başka milletlere gitmeye de gerek yok aslında. Bizim de, kafalarındaki ham hayaller peşinde koşarak, bin bir güçlük içindeki halkı boyumuzu aşan maceralara sokup devleti üçkağıt masalarında bozuk para gibi harcayan fakat yenilgiden sora milleti kendi haline bırakarak tabanları yağladıkları gibi ortalıktan toz olan İttihatçı bir deneyimimiz var aslında.

Bush öncülüğündeki mevcut ABD yönetiminin dünyada giriştiği işler Amerikan halkının yarısına yakını da dahil olmak üzere dünyanın neredeyse tamamı tarafından endişe ne nefretle karşılanmaktadır. Bizden de kimse, Amerika’ nın haksız ve şimdilik sonu belirsiz olan şiddet politikalarını tasvip etmeyi hatta lanetlememeyi beklemiyor. Ama bu durum bizim, Allah’ın bu belasını durabileceğimiz vehmine kapılmamıza ve Haçlılara karşı Selahaddin gibi durmak adına, Ülkeyi, gittikçe bir girdaba dönüşen bu ateş çemberinin içine sokmaya da sebebiyet vermemelidir. 23/02/2005, İstanbul

Hiç yorum yok: