30 Mart 2008 Pazar

Sanat Alanındaki Kaliteyi “Ailecek Sanatçılar” Düşürüyor.

Sanat çevrelerine mensup bazı figürler vardır. Bu kişiler çoğu zaman doğrudan bu çevreye doğmuşlardır. Sanatçı ebeveynlerin çocukları ya da çok yakın akrabaları olarak dünyaya gelen bu kişiler, sanata hiçbir meyilleri ve kabiliyetleri olmasa da bin bir destek ve kollamayla sanat dünyasına “kazandırılırlar”.

Tıpkı bir esnafın, çocuğum işsiz kalmasın diye mesleğini, zanaatını evladına zorbela da olsa belletmeye ve bu şekilde onu “adam etmeye” çırpınmasında olduğu gibi.

Evladım işsiz-güçsüz, aç sefil ortada kalmasın diye ebeveynlerin ana babalık güdüsüyle yanıp tutuşmaları, sıradan insanlar ve mesleklerde olduğu zaman göze pek batmaz. Yani, kebapçı bir babanın, çocuğu yanında çırak olarak alarak mesleğini ona çekirdekten öğretip yetiştirmesi doğal karşılanır. Nitekim çoğu esnaf ve zanaatkar, işi için göğsünü gere gere “baba mesleği” dediğine şahit oluruz.

Mesleğin babadan oğula geçmesi karşısında gösterilen bu anlayışın, daha kalifiye-kalburüstü mesleklerde gittikçe azaldığını görüyoruz. Bir tıp profesörünün, kürsüsünü aile efradından şahıslarla, ezcümle; oğlu, gelini, kızı, damadı veya yeğeniyle doldurması insanları epey kızdırır.

Ya da üst düzey bir siyasetçinin/bürokratın, yakınlarını, belli görevlere getirilmeleri için kayırmaya çalışması hepimizi çileden çıkarır.

Çünkü, kayrılarak bir yerlere gelen kişilerin, getirildikleri görevlerin gerektirdiği liyakat şartlarını hakkıyla taşıyıp taşımadıklarından şüphe duyarız, haklı olarak.

Ne var ki aynı duyarlılığı, her nedense, sanat camiasına mensup zevatın hep sevgili mahdum ve kerimelerini de, ille de kendi halefleri olmaları için çırpınıp durmaları ve onların konservatuarlara yazılmalarından çeşitle sanat kuruluşlarına ve televizyon kanallarına kapak atmaları konusunda yaptıkları ya da buldukları torpiller karşısında pek göstermeyiz.

Mesleklerini ve bu mesleklerini icra ettikleri kurumları bu kişilerin kendi “dükkan”larıymış gibi görmemizden midir nedir, onların bu davranışlarını bir nevi haklı ve yerinde buluruz.

Dahi bir tiyatrocunun çocuğunun tiyatro ve sinemaya ve hatta sanatın hiçbir dalına eğilimi ve yeteneğinin olamayabileceğini tasavvur edemiyoruz sanki.

Anne-babası tiyatrocu, şarkıcı..vs. olduğu için bir yerlere iteleye iteleye zoraki bir şekilde getirilmiş olan bu sanatçı(zadeler) yüzünden sanat hayatımızdaki kalite ve üretkenlik de azalmaktadır. Bu nedenle, yatıp kalkıp ikide bir “ah, nerde o eski ustalar!” diye dövünüp duruyoruz.

İsim vererek polemik yaratmak istemiyorum şimdi. Ama bu söylediklerime “hadi canım! o kadar da değil.” diye karşılık verenlerin bunu anlamaları için, tüm dallarıyla sanat hayatına çıplak gözle şöyle bir baksınlar diyorum.

Mesela, birden fazla sanatçıya ait kaç adet soyadı var bu gün Türkiye’ de diye şöyle bir saysınlar. Bu arada, anne-baba ayrılılarında soyadlarının değiştiği ve sanatçıların önemli bir kısmının takma isim ve soy isimler kullandıkları gerçeğini de göz önünde bulundursunlar bu sayımı yaparken. Böylece, “sanatçı aileler” in ve “aileden sanatçılar” ın ne kadar çok olduğunu daha iyi görmüş olurlar diye düşünüyorum.

Anne babası sanatçı olup kendileri de işinin hakkını veren sanatçı kişilikler hiç mi yok?

Var tabi. Ama bu gibi sanatçılar bizi yanlış anlamasın.

Bu söylediklerimiz onlar için değil.

Hiç yorum yok: