18 Mart 2008 Salı

AK Parti’ yi Kapatma Davasını Ciddiye Almalı!

AK Parti’ yi Kapatma Davasını Ciddiye Almalı!

Olayların perde arkasındaki gelişmeleri ve bundan sonra yine perde gerisinde cereyan edecek hadiselere tam manasıyla vakıf olmamız mümkün değildir ama, gelişmelere dışarıdan “gözlemci” olarak bakan birileri olarak, özellikle kapatma yanlısı olan kesimlerin bu yöndeki keskin duruşları göz önünde bulundurulduğu vakit, Ak Partinin kapatılması ihtimalinin yüzde elliden hayli yükseklerde olduğunu tahmin ediyoruz. Bu arada, dikkat edilecek olursa, Ak Parti’ yi belli bir zihniyeti paylaşan belli bir sosyal-siyasal kesim kapatmak istediği ve bu bunu istemenin de ötesine geçerek, elindeki tüm siyasal-bürokratik ve diğer imkanlarını kullanarak bunu gerçekleştirmek istedikleri için, “kapatmak isteyen” ifadesinden sonra, olayın asıl faili olarak görülen “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı” ibaresini değil de “kesimler” kelimesini kullanıyoruz.
Evet gerçekten de, tek başına iktidarda bulunan, % 47 gibi bir oy oranıyla kurmuş olduğu hükümetin henüz birinci senesinde bulunan ve dahası, içeriden ve dışarıdan geniş bir koalisyonun doğrudan yada dolaylı desteğini alan güçlü bir siyasi partinin ve onun, halkın hiç de azımsanmayacak bir çoğunluğunun, on yıllardır ilk kez rastlanılabileceğine inandıkları karizmatik lideri de dahil, 80’ e yakın üst ve orta düzey yöneticisine siyaset yasağı getirme istemiyle dava açılması, Türkiye gibi bir ülkede, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı gibi, nihayetinde kamu görevlisi olan bir yargı bürokratının tek başına ve sadece savcılık güvencesine dayanarak yapabileceği bir girişim olarak görünmemektedir.
Türkiye’ de geçmişte onlarca siyasal partinin kapatılması ve hatta kapatılmış olan bu partilerden dördünün, Ak Parti’ nin, siyasal-ideolojik açıdan bir nevi selefi sayılabilecek partiler olması bu durumu değiştirmez. Mevcut siyasal ve uluslar arası süreçte bu partinin, kısaca “laiklik karşıtı düşünce ve fiillerin odağı olma” diye özetlenebilecek benzer iddialarla da olsa, kapatılmasının rutin hukuki süreçlerin işletilmesi çerçevesinde kapatılmasının o kadar kolay olmadığını düşünüyoruz. Zira Ak Parti, tek başına iktidarda bulunduğu bu ikinci devresinde; ne Erbakan liderliğindeki Milli Nizam, Milli Selamet ve Refah Partileri ile Fazilet Partisine, ne Kürt siyasi elitlerinin, biri Yargı sistemince birer gemi gibi batırıldıkça diğerine atlamak suretiyle siyaset denizinde su yüzünde kalma mücadelesi verdikleri HEP, DEP ve HADEP geleneğindeki partilere ne de toplumun ve siyasal hayatın pek küçük cüz’lerini teşkil eden gruplarca kurulmuş bindelik hatta onbindelik oranlarda oy alma kapasitesine sahip minik partilerle aynı kefeye konulamaz. Ak Parti’ nin kapatılmasını talep eden ve isteyenlerle buna destek veren çevreler de bu durumu çok iyi biliyorlardır. Bu nedenle bu partinin kapatılması istemiyle dava açılması kararının verilmesinin Yargıtay Başsavcısının, sıradan bir kapatma dosyasıymış gibi açmış olduğu rutin bir dava değildir. Onun bu davayı açması, Ülkenin siyasi ve özellikle asker-sivil bürokratik güç odaklarını ellerinde bulunduran ve bu görece güçlü konumlarını kaybetmemek için “laiklik” tartışmaları çerçevesinde var güçleriyle mücadele eden kesimlerin almış olduğu ve son derece geniş ve derin bir konsensusun ürünü olduğu anlaşılan hayli güçlü bir kararın neticesinde olmuştur diye düşünüyoruz.
Şemdinli soruşturmasını yürüten Van Savcısını hatırlayalım. O savcı da, daha çok yaş ve meslekteki kıdem esasına göre işleyen sınıf ve dereceleri bir yana bırakılacak olursa, tıpkı Yargıtay Başsavcısı gibi aynı hukuki ve mesleki statüyü taşımakta ve benzer hukuki güvencelere sahip bulunmaktadır. Yürüttüğü soruşturmada, hazırladığı iddianamesinde öne sürdüğü görüşlerin merkezi birtakım güç odaklarına sirayet edeceğinin anlaşılması üzerine Van C. Savcısının başına gelenleri hepimiz biliyoruz. Van C. Savcısının öne sürdüğü iddiaların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı tartışılsa bile, bu olay, salt savcılık statüsünün, Ankara merkezli siyasal yada asker-sivil bürokratik güç odakları karşısında ne derece zayıf kaldığını ve sahibini korumaktan uzak olduğunu gözler önüne sermesi bakımından anlamlı bir hadise olmuştur. Dolayısıyla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, arkasında bu şekildeki güçlü belli bir siyasi ve bürokratik destek görmemesi durumunda, böylesine önemli ve Ülkenin mevcut siyasetini ve bir ölçüde de bekasını etkileyebilecek ölçekteki bir davayı sadece kendi savcılık makamının kararıyla almış olması ihtimali çok azdır.
Anlaşılan, bahsettiğimiz bu çevrelerce stratejik bir karar alınmış ve muhtemelen Sayın Başsavcıya, “Sen davayı aç, Anayasa Mahkemesi de kapatsın” nevinden açık yada örtülü bir telkin yada talepte bulunmuş ve Sayın Başsavcı da bu ısrarlı telkin ve yönlendirmelerden aldığı destekle bu davayı açmıştır.
Bu nedenle, iktidar partisi ile bu partinin genel başkanı dahil diğer önde gelen liderlerinin bu davayı küçümsememelerini ve 2007 genel seçimleri öncesinde gerçekleşen e-muhtıra olayı sonrasında yaşanan ‘oy patlaması’ benzeri bir gelişmenin yaşanabileceği yönünde olumlu bir bekleyişe girerek rehavete kapılmamalarını öneriyoruz. Çünkü, partilerini kapatma istemiyle dava açmış olan kesimler, aynı kararlılıklarını partinin kapatılması kararının verilmesi noktasında ve önde gelen yöneticilerinin siyasetten yasaklanarak vatan hainliğine varan çeşitli suçlama ve yolsuzluk iddialarıyla yargılanıp mahkum edilerek siyaseten ve hatta imkan bulunursa fiziken tasfiye edilmelerine kadar ellerinden gelecek her türlü yola başvurma konusunda da sürdürebileceklerini asla unutmamalıdırlar.
Önümüzdeki dönemde gelişmelerin neyi göstereceğini Allah bilir ama, Danıştay Saldırısından Atabeyler ve Ergenekon çetelerinin Başbakan’ a suikastte bulunmaya kadar varan meş’um girişimlerine, Cumhuriyet Mitingleri tertiplenmesinden, 367 olayının ortaya atılarak bundan bir sonuç almaya çalışma gayretlerine kadar; laiklik tartışmaları ekseninde iktidar mücadelesi veren sözünü ettiğimiz bu çevrelerin, belli bir strateji çerçevesinde ve adeta bir yol haritası izlemek suretiyle, belli bir merkezilikle yürütegeldikleri bu siyasetin, başta Hükümet yetkilileri olmak üzere, Ülkenin huzur ve istikrarını isteyen siyasal, sosyal ve ekonomik tüm kesimlerce çok iyi izlenmesi ve konuda gerekli her türlü yasal ve siyasal tedbirin alınması suretiyle bu yöndeki tertip ve maniplasyonlara pabuç bırakılmaması son derece önemlidir. 18.03.2008

Hiç yorum yok: