8 Mart 2008 Cumartesi

Bir Halkın İntikamını Tek Başına Bir Kuşak Yada Bir Grup Alamaz

Filistinlilerden söz ediyorum. İsrail, yaklaşık yirmi gün arayla ikinci HAMAS liderini de öldürdü. Çok değil, daha yirmi gün gibi kısa bir süre önce HAMAS’ ın kurucusu ve manevi lideri konumundaki Şeyh Ahmet Yasin’ i düzenlediği bir suikast sonucu öldüren İsrail, dün de Yasin’ in yerine geçtikten sonra Yahudi Devletine meydan okuyan, Şaron’ un kafasının kesileceğini söyleyerek intikam yeminleri eden sertlik yanlısı Abdülaziz El-Rantissi’ yi de ortadan kaldırdı. Oysa, iki suikast arasında geçen bu süre zarfında ne HAMAS ne de Filistinli diğer örgütler, liderlerinin intikamlarını almış sayılacak hiçbir misillemede bulunamadılar. Sadece, halkın (kendi kendine) günlerce Gazze sokaklarında kızgın nümayişlerde bulunmasına, gençlerin ellerinde bayraklar ve birkaç hafif silah ve roketle bağırıp çağırarak sloganlar eşliğinde marşlar söylediğine şahit olduk. Bunun dışında etkili başka hiçbir eylem geliştiremedi Filistin halkı ve örgütlü güçleri.

Niye peki? Nedeni çok basit: Aşırı güçsüzlük. Karşılarında dünyanın en gelişmiş devleti ve ordusuna sırtını dayamış, dünya Yahudi sermayesinden beslenen ve ondan destek alan, bu destek ve teşvikle daha 1950 ve 60’ larda aynı anda birkaç Arap ordusunu birden yenmiş olmanın verdiği güç ve moralle iyice şımarıp palazlanmış, kendine bu konuda güveni tam olan bölgenin en ileri savaş makinası dururken, onlar neye sahipler? Tek kelimeyle; hiçbir şeye...

İsrail bu durumu çok iyi bildiği için, ABD’ den de tam destek almak suretiyle, Filistinlileri pervasızca vurmakta, onları yerlerinden ederek evlerini yıkmakta, Yaser Arafat örneğinde olduğu gibi, seçilmiş meşru liderlerini kuşatıp dünyadan izole etmekte ve diğer ileri gelenlerini de bir bir öldürmek suretiyle bu halka ve tüm dünyaya adeta meydan okumaktadır.

İsrail’ in bunu yaparken çok akıllıca davrandığını görüyoruz. İsrail yapacağı eylemin sonucunu önceden çok iyi şekilde hesaplamakta ve ondan sonra adımını buna göre atmaktadır. Ama O ne kadar akıllıca ve stratejik davranıyorsa, Araplar ve özellikle de Filistinliler de, o derece hata yapmaktadırlar. İsrail, ölçüp tartıyor, gelecek tepkileri hesapladıktan sonra, Filistinlilere ve tüm Arap halkına öldürücü bir darbe indiriyor, bakıyor tepki yok, o zaman da daha emin adımlarla yoluna devam edip düşmanlarını yıpratarak konumunu ve gücünü ebedileştirmeye çalışıyor.

Araplarsa suskun ve eli bağlı bir şekilde duruyor. En cesurları bile sadece slogan atarak tatmin olmaya ve acısını bu şekilde dindirmeye çalışıyor. 22 devletli 150 milyonluk dev Arap alemi genel olarak sessiz, ağlamaklı ve çaresiz; olup bitenleri izlemekle yetiniyor... Savaş çare olsaydı çünkü, daha, efsanevi Nasır zamanında çare olacaktı. Sedat kazanabilecekti Yahudi devletiyle yürütülen mücadeleyi. Kitle imha silahları üretme peşine düşen, atom bombası yapımına ve Ortadoğu petrol bölgelerini tek elde toplamak suretiyle Arap birliğini sağlamaya kalkışan Saddam Hüseyin gerçekleştirebilecekti bu ideali.

Baas rejimlerinin, tüm milliyetçi ve devrimci yapılarıyla, çözemedikleri bir sorunu ve topyekün bir Arap ve İslam dünyasını kuşatma iddiasındaki İhvan hareketinin derman bulamadığı bir derdi, zavallı Filistin halkı ve liderlerinin çözmeleri son derece zordur. Zira problem çok büyük ve köklüdür. Filistin tedhiş teşkilatlarının bir-iki Yahudi yurttaşını kendi hayatları pahasına öldürmeleriyle yada sokaklarda bağırıp çağırarak intikam naraları atmakla hallolacak gibi değil. Böyle yapmakla İsrail daha da güçlenmekte ve işin kötüsü, gittikçe bu gücünün ve engellenemezliğinin farkına varmaktadır. Filistinliler’ in tepkisi ise sonuçsuz bir blöfe dönüşmek suretiyle halkın güveni kaybolarak direnci kırılmaktadır. Olmayan şehirleri ve kasabaları harap olmakta, savaş ve istikrarsızlık bir yaşam biçimi haline dönüşerek gelenekselleşmektedir. İnsanlar ölüp ekonomik yapı oluşmamakta, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetler aksamaktadır. Sonuçta, bu şekilde sürekli olarak yaşanan çatışmalar nedeniyle, gelecekte nispeten daha cahil, daha fakir ve sağlıksız, daha demoralize ve ahlaki çöküntü içinde bulunan bir neslin tohumları atılmış olmaktadır. Çatışmalarda İsrail’ in bir kaldırım taşı bile yerinden oynamamakta, okullarının bir camı bile kırılmamakta ve bahçelerindeki ağaçlarından bir dal bile kopmamaktayken, Filistinliler sürekli olarak toplumsal-beşeri bir tahribata maruz kalıp tarihsel süreç içerisinde dağılıp erime tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Sürekli korku ve dehşet ortamı içerisinde bulunan, hayatları ve istikballeri her an tehlikede olan her zaman Filistinliler olmaktadır. İsrail halkı ise, devletleri “düşmanlarına” yönelik karşı konulmaz saldırılarda bulunup etraftaki hasım Arap-Müslüman çemberini kırıp parçalayarak zayıflattıkça daha rahat nefes almakta ve gittikçe kendini daha bir güven içinde hissetmektedir. Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte ABD’ nin rakipsiz kalması ve en son 11 Eylül 2001’ de gerçekleşen saldırılardan sonra gelişen süreç, Filistin benzeri, ABD ve önderlik ettiği dünya düzeninin üyesi devlet ve güçlere kafa tutan yada onların boyunduruğundan kurtulmaya çalışan hareket ve halkların aleyhine bir gelişme seyri içerisine girmiştir. Bu durumu görüp geri adım atarak yeni döneme ayak uydurmaya çalışan hareketlerin bir ölçüde başarı şansları olsa da, yeni kurulan bu tek kutuplu yapıyla kafasının dikine, eski soğuk savaş döneminin zihniyeti ve araçlarıyla saldırmaya devam eden gruplar başarısızlığa mahkumdurlar. Çünkü bugün Ortadoğu özelinde, başta ABD ve dünya Yahudi sermaye çevrelerinin desteği sayesinde önemli bir nükleer ve konvansiyonel silah kapasitesine sahip olan İsrail’ e tüfek ve roketatarlarla yada intihar eylemeleriyle baş etmek mümkün değildir. Ya Arapların da ellerinde, İsrail’ i ve müttefiklerini caydırıp hizaya getirecek ciddi anlamda kitle imha silahı kapasitesi bulunacak, ki bu gün için böyle bir durum ne mevcuttur ne de Irak gerçeğinde olduğu gibi mümkün gözükmektedir, yada bu devletler sabredecek ve insan kaynaklarına gerekli yatırımı yapacaklardır. Bu ikinci seçeneğin, Araplar’ ın ve Filistin halkının elindeki tek ve en doğru seçenek olduğu ortadadır. Filistinli liderler unutmasınlar ki, bugün ellerinde, “git, intihar komandosu ol!” dediklerinde, gözünü kırpmadan gidip hayatını feda eden gençler ve en önemlisi de çocuğunun bu “genççe” davranışını kınamak yerine, onu yücelterek destek veren ebeveynlerden oluşan toplumsal bir taban vardır. Böyle bir toplumsal destek her zaman sağlanmayabilir. Hatta şu an için ellerinde bulunan toprağın mevcudiyetinin bile, bir “vatan parçası” olarak, son derece önemli bir nimet olduğu unutulmamalıdır. Bu vatan parçası üzerinde Filistin devleti ve örgütlü diğer gruplarının gelecek için çok iyi bir nesil yetiştirip, geçmiş hatalardan kaynaklanmakta olan haklı davalarını, bugünkünden çok daha güçlü olacak gelecek kuşakların omuzuna kutsal bir emanet olarak yüklemeleri en doğru yöntem olacaktır. İlkokul çağındaki çocukları intihar komandosu olmaları için teşvik etmek ve onları bu iş için eğitmek yerine, Yahudi yaşıtlarıyla aynı medeni ve ilmi formasyona sahip birer insan olmaları için, onlara gerekli yatırımı yapmanın daha makul bir yol olduğunu düşünüyoruz. 20/04/2004, İstanbul

Hiç yorum yok: