8 Mart 2008 Cumartesi

CHP’ de Baykal Jakobenizmi ve Solda Kaht-ı Rical Problemi

Anlam ve önemini, her seferinde ortaya konan kavga ve yumruklaşmalarla idrak ettiğimiz CHP kurultaylarından biri daha, tamamen “olağanüstü” bir biçim ve ortamda gerçekleşti.

Geçtiğimiz hafta sonu toplanan olağanüstü kongre, 28 Mart yenilgisinin peşine düşüp Baykal’dan diyet isteyen muhaliflerle, herhangi bir seçim yenilgisi yaşamadığını hesabı ve kitabıyla ispatlamaya çalışan Baykal arasında, karşılıklı hücumların belden aşağı noktalara indiği büyük bir mücadeleye sahne olan “tasfiyeci” bir zeminde gerçekleşti. Sonuçta, hukuki ve siyasi etik açısından son derece tartışmalı sayılabilecek bir şekilde gerçekleştirilen kurultay sonrasında Baykal, 1252 delegeden 781’ inin “evet” ini alarak muhalif çevrelere karşı güven tazelemiş oldu.

Fakat bundan sonra da ne CHP’ de ne de solun genelinde sular durulacak gibi gözükmemektedir.

Murat Yetkin, 4.7.2004 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki yazısında, CHP’ nin içinde bulunduğu durum için. “şef çok kızılderili yok” tespitinde bulunmuştu. Bu tespit, Yetkin’ in yazısında örnek verirken açıklamış olduğu lider adayı isimlerinin ilk bakıştaki bolluğuna bakıldığı vakit, önceleri yerinde gibi görülebilir. Hatta, CHP’ de genel başkanlığa aday Zülfü Livaneli, Mustafa Sarıgül, Adnan Keskin, Kemal Derviş yada Ertuğrul Günay gibi kamuoyunun yakinen tanıdığı ağır topların, parti liderliği için bir aday enflasyonu oluşturdukları ve tabanın bütün bu isimlerden hangisini genel başkanlığa getireceği konusunda şaşkınlık yaşadığı gibi bir kanaat uyanabilir insanda. Ancak, hadiseye şöyle daha yakından bakıldığında, işin hiç de sanıldığı gibi olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Şöyle ki, bu gün CHP’ de yaşanan sorunların ve kan kaybının asıl müsebbibi, lider enflasyonu yada başlı başına programsızlık gibi nedenler değil; seçim yenilgilerinden parti içi kavgalara yada plan ve programsızlıktan halkın önceliklerinden kopuk bir noktada bulunmaya kadar pek çok temel sorun, esasen, eskilerin “kaht-ı rical” dedikleri, gerçek manada vizyon sahibi bir liderin bulunmamasından kaynaklanmaktadır.

CHP ve genel olarak da sol siyasi kesim, yıllardır, halkın onaylayacağı bir program üretecek bir kadrodan ve bu kadroya önderlik edebilecek güçlü, mutedil ve en önemlisi de halka güven ve heyecan verebilecek bir liderden mahrum bir biçimde kendi halinde dövünüp durmaktadır.

Baykal ise, bu yokluk ortamında, sesi en gür çıkan lider olarak, partinin tarihsel ve manevi mirasına ve toplumdaki etkin pek çok çevrenin teveccüh ve desteğine rağmen, liderliği İnönü’ den devraldığı günden beri, bir siyasi partinin en temel hedefi olan iktidara sahip yada ortak olma konusunda hiçbir başarı elde edememesine rağmen, partiyi elinde tutmayı başarıyor. Ancak, her seferinde, tabanda kayma yada örgütten kopmalarla sonuçlanan, bu son kurultayda yaşananlara benzer tartışma ve çekişmeler sonucunda parti, gittikçe küçülmektedir. Zaten yapı itibariyle bir tür hizipler koalisyonunu andıran partiden her bir parçanın kopması ile birlikte, CHP’ de “Baykal jakobenizmi” diyebileceğimiz bir süreç ortaya çıkmaktadır.

Fakat, bu son kurultayda muhaliflere karşı ortaya konan “kapıyı gösterme” tavrından da anladığımız kadarıyla, Baykal ve destekçilerinin, partideki bu kopma ve ayrışmalardan pek de rahatsız olmadıkları ve bir nevi “küçük güzeldir” yada “”az olsun benim olsun” mantığından hareketle, olaya gayet kayıtsız bir şekilde yaklaştıklarını görüyoruz.

Ancak yine de asıl sorumluluk, Baykal ve ekibinde değil; partiyi, O’ nun yıllardır süren “neticesiz” liderliğinden kurtaracak adamakıllı bir programa sahip, vizyonu olan, güçlü ve umut vadeden bir lider çıkaramayan, durumdan şikayetçi bütün partililerde ve özellikle de muhalif geçinen çevrelerdedir.

Sol ve CHP’ deki muhalefet için, kendisinden ilham alabilecekleri “başarılı” bir model var önlerinde, aslında: AKP lideri Erdoğan. Hatırlanacak olursa, Erdoğan ve arkadaşları, gençlik yıllarından beri, içinde bulundukları Milli Görüş çevresine hakim olan Erbakan ağırlığı ve sistemle yaşadıkları meşruiyet problemi gibi bir sürü engele rağmen, 28 Şubat sonrasında Türkiye’ nin gerçeklerini görerek, partilerinin kurucuları, manevi liderleri ve hocaları olan Sayın Erbakan’ ın, bütün bu olanlara rağmen bir türlü orta bir yol tutturamaması karşısında, yollarını ayırıp, halkın önceliklerini nazara almak suretiyle hazırlamış oldukları kapsamlı programları sayesinde, girdikleri ilk seçimde büyük bir zafer elde etmiş ve tek başlarına iktidara gelmişlerdi.

Bu nedenle her şey, Türkiye’ nin ve dünyanın bugünkü gerçeklerine uygun, tutarlı ve parlak bir siyasi programla birlikte, bunu halka sunabilecek liyakatli bir liderin mevcudiyetine bağlıdır, diyebiliriz.

Değilse, şunun yada bunun CHP’ nin başına geçmesinin, yada, her ne pahasına olursa olsun Baykal’ ın genel başkanlıktan alaşağı edilmesi nihilizmi ile hareket etmenin, ne bu partiye, ne sola, ne de Türkiye’ ye hiçbir faydası olmayacaktır.

Hiç yorum yok: