8 Mart 2008 Cumartesi

Türk-İsrail İlişkileri Sahiden Kötüye mi Gidiyor?

9 Haziran 2004 tarihli yazısında Eyüp CAN, Türk-İsrail ilişkileri ile ilgili olarak, İsrail’ in geçtiğimiz 2-3 ay içerisinde Filistin konusunda ortaya koyduğu politika karşısında, Başbakan Erdoğan’ ın sert tepki göstermesini “ilişkilerde babalanma sinyali” başlığıyla değerlendirmişti.

Türkiye, İsrail ile, bu ülke kurulduğu günden beri, bir şekilde hep iyi ilişkiler yürütmüştür. Bununla birlikte, bu ilişkilerin 90’ lı yılların sonlarından itibaren yeni bir boyuta taşınmasına kadar, bu münasebetler genellikle kamuoyunun bilgisi dışında ve bir ölçüde gizli bir şekilde gerçekleşiyordu. Ama, Türkiye’ nin PKK bölücülüğüne karşı başarı kazanmasının iyice anlaşılması ve soğuk savaş sonrasında kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeninde önemli bir misyon üstleneceği başta ABD olmak üzere, dünyanın ileri gelen diğer güçleri tarafından sık sık dile getirilmesi ile birlikte, yıldızı parladıkça, on yıllardır kendisini Arap alemi içerisinde kuşatılmış olarak gören İsrail, Türkiye’ ye daha fazla yanaşmaya başladı. Bu yeni dönemde gerek Ermeni ve Rum iddialarına karşı ABD’ deki Yahudi Lobisinin desteğinin alınması gerekse İsrail’ in, APO’ nun yakalanması da dahil terörle mücadelemiz sırasında verdiği destek, Türkiye ile öteden beri perde arkasından yürütülen münasebetlerin açıktan açığa ve çok daha geniş bir alana taşımasına sebebiyet verdi.

İsrail’le ilişkiler artık, iki devletin sıradan karşılıklı ilişkilerinin çok ötesinde; siyasi, diplomatik ve özellikle de askeri alanda ortak hareket etme temeline dayanan “stratejik” bir derinlik kazandı. Bu kapsamda Türkiye, İsrail’ le yaptığı bir dizi anlaşma neticesinde; TSK envanterine dahil bir kısım uçak ve diğer önemli silah ve araç gerecin modernizasyonu ve GAP bölgesinde bilimsel tarımın geliştirilmesi konusunda ortak çalışmalar yapılması karşılığında bu ülkeye, Manavgat suyunu satıp sahillerinde yüz binlerce İsrail vatandaşını konuk ederek aralarındaki dostluğu perçinlemiştir.

Türk-İsrail ilişkileri bu şekilde yolunda giderken, 11 Eylül olayı sonrasında teröre karşı dünya çapında oluşan tepkiden, kendi Filistin sorunu konusunda faydalanmaya çalışan İsrail’ in, son dönemde bu halka karşı uyguladığı şiddet politikasının dozunu artırması, başta BM ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sert tepkiyle karşılandı. Dünyada neredeyse bir tek ABD’ nin kınamadığı İsrail’ in, geçtiğimiz yıl Arafat’ ı tecrit etme kapsamında giriştiği “operasyonlar” la başlayıp en son, 20 gün arayla iki HAMAS liderine suikast düzenlemek ve nihayet kendisine karşı yapılan sivil protestolara, kalabalığa havadan füzelerle saldırarak karşılık vermeye kadar varan politikasını Başbakan Erdoğan “devlet terörü” olarak nitelendirdi. Ardından da Türkiye Tel Aviv’ de bulunan elçisini Ankara’ ya çağırdı ve Kudüs’ deki temsil misyonunun düzeyini yükseltti.

Ama bütün bunlara rağmen, İsrail tarafının olayı bu güne kadar hep alttan almaya çalıştığını görüyoruz. Varlığını, aleyhine gerçekleştirilen eylemlere anında ve çok daha sert bir biçimde karşılık vermekle sürdürdüğünü kanıtlamış olan İsrail’ in, Türkiye’ den başbakan gibi en yetkili bir ağızdan birkaç kez ortaya konan bu sert tavrı karşılıksız bırakarak, tepkisini alt düzeyde, düşük bir perdeden dile getirmesinin sadece Türkiye’ nin gücü ve Arap muhasarası altında bulunan İsrail’ in ona duyduğu ihtiyacın şiddetiyle açıklanabilecek gibi değildir.

Türkiye’ nin Şaron hükümetinin son uygulamalarını “devlet terörü” olarak nitelendirmesinin başta İsrail’ in kendisi olmak üzere, ABD ve bu ülkede bulunan güçlü Yahudi Lobisi tarafından neredeyse karşılıksız bırakılmasının, bu gibi ilk akla gelebilecek nedenlerinin yanında, bizce, Büyük Ortadoğu Projesi ile de doğrudan ilgili olan başkaca bir sebebi daha var gibi görünmektedir.

Şöyle ki, yeni bir “dünya düzeni” kurmaya kalkışan ABD yönetimi, bu konuda en problemli bölgelerden biri olan Ortadoğu ve İslam coğrafyasını “stabil” bir hale getirmek için, bölge ülkeleri ve halklarıyla işbirliği yoluna giderek bu işi yapmanın daha kolay olacağını anlamış durumdadır.

Bu konuda kendisine en çok yardımcı olabilecek ülke ise, demokratik ve laik düzeniyle, dışa açık liberal ekonomisi ve gelecek vadeden genç ve dinamik nüfus yapısıyla, hiç şüphesiz, Türkiye’dir. ABD’ nin gözünde, yeniden şekillendirmek istediği İslam ülkelerine model olma konusunda biçilmiş bir kaftan olan Türkiye’ nin prestijinin, bölge ülkeleri nezdinde daha da parlatılarak artırılması gerekmektedir.

Arap dünyasında popülerite kazanmanın en pratik yolu İsrail’ e kafa tutmak olduğuna göre, Türkiye’ nin son dönemde bu ülkeye “babalanması”, BOP kapsamında bölgeye örnek olarak sunulabilmesi için, ihtiyaç duyduğu saygınlığı fazlasıyla karşılayacaktır.

Böylesi bir değerlendirme, her ne kadar komplo gibi görülse bile, Türkiye’ nin devletler arası ilişkilerde-hele bu ilişki “ittifak” düzleminde yürüyorsa.-önemli bir krize neden olabilecek bu şekildeki sert tepkisine, İsrail tarafının sessiz kalması ve Türkiye cenahının da, aralarındaki reel işbirliğine dokunmayarak, bunu yalnızca sözde bırakması ancak bu şekilde açıklanabilir, sanıyorum.

Değilse, çok değil, daha iki üç yıl evvel Başbakan Ecevit’ in bugün Erdoğan olayında olduğu gibi, İsrail yönetimi hakkında sarf etmiş olduğu sözlerinin özellikle Yahudi Lobisi tarafından şiddetli bir tepkiyle karşılanması üzerine; Ecevit’ in, kamuoyu önünde kendi sözlerini neredeyse tekzip eder bir duruma düşerek geri adım atmasını nasıl izah edebiliriz?

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğu vakit, normalde, ne Türkiye’ nin durup dururken İsrail’ in politikalarını “devlet terörü” olarak kınamasının, ne de “sıfır taviz”ci politikaların şampiyonu olan İsrail’ in bunun karşısında sessiz kalmasının mantıklı bir izahı olabilir.

Sakın bütün bu olanlar, ABD’ nin kendi “ali” menfaatleri için, bölgedeki iki önemli müttefikinden biri olan yıpranmış İsrail’ e bu aşamada “dur!” deyip; bu konuda daha fazla istikbal vadeden diğer müttefiki Türkiye’ nin tahşidatını yapmak adına, danışıklı dövüş babından, kendisine en üst düzeyde bir iki laf ettirerek, Arap insanının gönlünü çalmaya yönelik bir mizansen olmasın?

İşin aslını bilmiyoruz gerçi ama, şeytan işte.. insanın aklına böyle şeyler getiriyor.

Hiç yorum yok: