8 Mart 2008 Cumartesi

Musul Kerkük Konusunda Şimdiye Kadar Yanlış Ata Oynadık Sanki …

Kerkük için planlanan seçim takvimi yaklaşırken, yüz yıllarca Osmanlı-Türk hakimiyetinde kaldıktan sonra I. Dünya Savaşındaki yenilgimiz sonrasında İngiliz işgaline uğrayan, ancak, kurulan yeni Türk devletinin sınırları içerisinde olması gerektiği ilk olarak Erzurum Kongresi’nde dillendirildikten sonra, 23 Nisan 1920’ de açılan TBMM’ nin kabulüyle de yeni Türk Devletinin temel bağımsızlık politikası haline gelen Misak-ı Milli belgesinin bugüne kadar üzerinde en çok durulan konusu olan Musul-Kerkük bölgesinin akıbetinin belirsizliğini koruduğu şu günlerde konuyla ilgili değişik değerlendirmeler yapılıyor.

Konu hakkında şimdiye dek ortaya konulan görüşleri, tartışma yada değerlendirmeden çok, tek yönlü fikir beyanı şeklinde cereyan eden bir monolog olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır. Öyle ki, konu, resmi kurum ve kişilerin belge ve demeçleri dışında kalan ortam ve kesimlerde de hep tek boyutlu ve tarihsel gerçekliklerle pek de uyumlu olmayan bir şekilde ele alındığını görüyoruz.

Musul-Kerkük meselesi gündeme geldiğinde hemen herkes şu hususları ortaya atar.

- Bölgenin Misak-ı Millinin bir parçası olduğu,

- Yüz yıllarca Osmanlı-Türk egemenliğinde iyi bir şekilde idare edildiği,

- İngilizler’ in, bölgedeki Arap isyancılarının desteğiyle I. Dünya Savaşı sonrasında haksız ve mütareke şartlarının hilafına bir biçimde yöreyi işgal ettiği,

- Bölgede yoğun bir Türkmen nüfusunun bulunduğu,

- Kürtlerin Saddam sonrası dönemde, ABD’ nin de göz yummasıyla, bölgeyi Kürtleştirmeye çalıştıkları ve nihayet,

- Türkiye’ nin bölge üzerinde sahip olduğu tarihi, milli ve kültürel bağlar dolayısıyla birtakım haklara sahip bulunduğu ve onayımız olmaksızın bölge ile ilgili hiçbir kararın verilemeyeceği gibi argümanlar.

Oysa, bütün bu görüşler öne sürülürken, Lozan ve öncesi döneme ait şartların hiç değişmeden aynen sürüyormuşçasına davranmak bizi yanlış bir zemine kaydırır. Irak’ ın kuzeyinde yer alan ve tarih boyunca olduğu gibi bugün de önemli bir Türk(men) nüfus barındıran Musul ve Kerkük bölgelerinin birer Türkmen kenti olduklarını öne sürerken iki noktada hareket ediyoruz. Birincisi, Türklerin uzun yıllar buraları yönetimleri altında bulundurdukları gerçeği. Diğeri de bu bölgenin Misak- ı Milli sınırları içerisinde yer aldığı ve demografik yapı itibariyle de Türkiye toplumuna benzerlik gösterdiği hususudur. Belirttiğimiz bu son noktayı bugün bile öyle ileri bir noktaya götürüyoruz ki, bölgede kahir bir Türkmen çoğunluğunun mevcudiyetine kendimizi inandırmaya çalışıyoruz.

Malum, Lozan’da üzerinde en çok tartışma ve anlaşmazlık yaşanan ve nihayet Konferans’ da çözümlenemediği için sonraya ertelenen konuların başında Musul- Kerkük bölgesinin kime verileceği meselesi gelir. Türkiye baş delegesi İsmet Paşa, Konferansın her iki aşaması boyunca, sürekli olarak, bölgenin beşeri yapısından hareketle burada bir plebisit yoluyla halkın nereye katılmak istediği konusunda onun görüşüne müracaat edilmesi gerektiğini öne sürerken, İngilizler ısrarla bu teklife karşı çıkarak, sorunun Milletler Cemiyetine havale edilmesini istemişlerdir.

Türkiye plebisit şıkkında diretirken, sonucun kendi lehine gelişeceğinden emindi. Bu seçenek, bölgenin Türkiye’ ye ilhakını istemeyen İngilizler de, yine aynı nedenle bilinçli bir biçimde reddedilerek, meselenin, o dönemde büyük ölçüde kendi kontrolünde bulunan Milletler Cemiyetinin hakemliğinde çözülmesi gerektiği konusunda ısrar etmiştir.

Bölge halkının yapılacak bir halk oylamasında kendi lehine oy kullanacağından emin olan Türkiye’ nin elinde, halkın etnik yapısı ve tercihleri ile ilgili sağlam istihbari bilgiler mevcuttu. Bu nedenle Türkiye, savaş yorgunu bir halk ve ordu ile İngiltere gibi bir güçle baş edemeyeceği ve savaş yada üyesi bile bulunmadığı bir örgütün hakemliğinden müspet bir karar çıkamayacağını gün gibi bildiği için elindeki tek seçenek olan referandum kartına sonuna dek sarılmış, ancak gelişen bazı olaylar sonucunda bu yolun pratikte imkansız hele gelmesi ile birlikte, üzerinde yıllarca hararetle durduğu bu konudaki mücadele sahasını alelacele bir biçimde terk etmiştir.

İsmet Paşa, bu konudaki asıl büyük tartışmaların yaşandığı birinci oturumda İngiliz heyetine başkanlık eden Dışişleri Bakanı Lord Curzon’ un bölge nüfusu ile ilgili olarak verdiği istatistiklere karşı, yöredeki güçlü Türk istihbarat kaynaklarına dayandırdığını söylediği şu verileri ortaya koymuştur. İsmet Paşanın Lozan Konferansında, (Kerkük, Süleymaniye ve Musul sancaklarından müteşekkil) Musul vilayetinin Türkiye’ye verilmesini gerektirdiğini söylediği nüfus yapısı ile ilgili olarak sunduğu rakamlar şöyledir.[1]

İdari Birim

Kürt

Türk

Arap

Gayrimüslim

TOPLAM

Süleymaniye

62.830

32.960

7.210

-

103.000

Kerkük

97.000

79.000

8.000

-

184.000

Musul

122.000

35.000

28.000

31.000

216.000

TOPLAM

281.830

146.960

43.210

31.000

503.000

ORAN

0,56

0,29

0,09

0,06

1,00

Nitekim İsmet Paşa, bölgenin Türkiye’ de kalmasını gerektiren etnografik yapı üzerinde dururken, bölgenin toplam nüfusunun 4/5’ inden çoğunun Türk ve Kürtlerden oluştuğunu, dolayısıyla buranın İngiliz mandasındaki Irak’ a değil, dindaşları olan Türkiye’ye bağlanması gerektiğini ifade etmiştir.

Daha sonra Türk görüşüne karşı kendi tezlerini ortaya koymaya çalışan Curzon da, en iyi kendilerinin tanıyabileceğini iddia ettiği bölgenin nüfus yapısı ile ilgili olarak şu verileri ileri sürmüştür. Ona göre, bölgede bulunan İngiliz askerlerince elde edilen “sağlıklı” rakamlara göre Musul vilayetinde 750.000 ila 800.000 arasında kişi yaşamakta ve bunların 455.000’ i Kürtlerden, 185.000’ i Araplardan, 66.000’ i Türklerden, 62.000’ i Hristiyanlardan ve 17.000’ i de Musevilerden oluşmaktaydı. Bundan hareketle, toplam nüfusun dörtte birini oluşturan Arapların, nüfusun on ikide birini teşkil eden Türklere teslim edilemeyeceği sonucuna ulaşan Curzon, ayrıca, Kürtlerin Turan değil, İran kökenli olduklarını ve Türk yönetiminden yana olmadıklarını iddia etmiştir.

Dikkat edileceği üzere, her iki teze göre de, bölgenin nüfusunun yarısından çoğunu yalnız başına Kürtler oluştururken, İsmet Paşanın tezine göre, bugün Irak (daha doğrusu Kuzey Irak) politikasında bir kart olarak kullanmaya çalıştığımız Türkmenler genel nüfusun % 29’ unu, Curzon’ a göre ise 1/12’ sini oluşturuyorlardı. Ancak, ta Birinci Dünya Savaşından ve Milli Kongrelerden doğarak, Lozan dönemi de dahil olmak üzere, Türk Kurtuluş Mücadelesi süresi boyunca devam eden Türk-Kürt birlikteliği, 1925 yılında patlak veren Şeyh Sait bunalımı ve sonrasında cereyan eden isyanlar süreci ile parçalanınca Türkiye’nin elindeki güçlü referandum kartı kayboldu ve bu durumdan faydalanan İngilizler, bölgenin, kendi mandalarında bulunan Irak’ a bırakılmasını, önce Türkiye’ nin üyesi olmadığı Milletler Cemiyeti’ ne, daha sonra 1926 tarihli Ankara Anlaşmasıyla da nihayet Türkiye’ nin kendisine kabul ettirmeyi başarmışlardır.

Nereden Nereye…

Etnik yapı bağlamında, Bölgenin, Cumhuriyet öncesindeki siyasal ve sosyal durumundan hareketle bugüne ait bir meseleyi ele almak doğru değildir. Lozan süreci de dahil olmak üzere, milli bağımsızlık yılları boyunca Musul ve ahalisi ile ilgili olarak kiminle birlikte ve kime yada kimlere karşı mücadele verdiğimiz hususu son derece önemlidir. Sadece, ilk olarak, önemli bir Kürt ağırlığıyla toplanmış olan Erzurum Kongresinde neşv- u nema bulan ve daha sonra “Misak- ı Milli” diye tecessüm eden milli mutabakattaki kadim Türk-Kürt kardeşliğinden hareketle Musul konusunda oluşturulan tezlerin bugün, deyim yerindeyse, eski müttefikimiz olan Kürtlerin kendilerine karşı savunulması; geçmişte onlarla birlikte bile Batılı güçlere karşı muvaffak olamadığımız bir davada şimdi neredeyse tüm dünyayı karşımıza alarak nasıl başarı sağlanabilir?

Yani geçmişte, hem Türkiye’ nin hem de İngiltere’nin, petrol zengini bu bölgenin kendilerinde kalması gerektiğini ileri sürerken dayandıkları asıl unsur olan Kürtler, şimdi Kuzey Irak bölgesinde ayrı bir siyasi suje olarak karşımıza çıktığına göre; Kerkük’ ün statüsü konusunda, bugün itibariyle, referanduma bile karşı çıkan bir pozisyona kaymış olan Türkiye’ nin, bölgenin akıbeti ile ilgili olarak sadece “Misak-ı Milli” gibi eski kavramlar ve Türkmen kartı gibi sorunlu ve zayıf birtakım argümanlarla hareket etmesinin pek bir faydasının kalmadığını görmezden gelemeyiz. …/…..2007, İstanbul.



[1] Yaşayan Lozan, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 143.

Hiç yorum yok: