8 Mart 2008 Cumartesi

IRAK' I NASIL BİR GELECEK BEKLİYOR?

Bugünlerde herkes geçtiğimiz ay rejim değişikliği yaşayan Irak' ın geleceğinin nasıl olacağı konusunda fikir beyan etmeye çalışıyor. Henüz savaş çıkmadan önce başlamış olan bu tartışmalar, 9 Nisan 2003 sabahı Bağdat' daki Firdevs Meydanı' nda bulunan Saddam heykelinin yere serilmesinden sonra daha da yoğunlaştı. Kapı komşumuz olan bu ülkenin istikbalinin onu işgalinde bulundurarak kaderine hakim olan güçlerin ellerinde nasıl bir şekil alacağının belirsizliğini koruduğu bugünlerde de bu konu ile ilgili spekülasyonların devam ettiğini görüyoruz.

Irak' ın geleceğinin karanlık olacağını düşünen (Türkiye' deki) bazı çevreler, bu ülkenin Amerika' nın elinde kaosa sürüklenerek Lübnanlaşacağını, Amerikalılar' ın buradaki etnik ve dini çatışmaların önüne geçemeyeceğini ve ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Şiilerle baş edemeyeceğini söylüyorlar.

Aslına bakılırsa bu şekilde düşünen çevreler, savaşın başından beri ABD' nin bu işte başarısız olacağını sürekli olarak tekrarlayıp duruyorlar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin onay vermemesi durumunda ABD bir şey yapamayacak diyorlardı, öyle olmadı. Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin savaşı veto etmesi durumunda Amerika' nın şansının olmayacağını söylüyorlardı, Fransa açıkça veto edeceğini belirttiği halde Amerika bildiğini okudu. Türkiye kuzeyden cephe açtırmazsa sadece güneyden yapılacak bir harekatla sonuç alınamayacağını, alınsa bile bunun Amerika' ya zaman, para ve insan kaybı açısından çok pahalıya patlayacağını iddia ediyorlardı, dedikleri gibi, tezkerenin reddiyle birlikte kuzey yolu kapandı, ama güneyden savaşı başlatamaz dedikleri Amerika, tek cepheden hava desteğinde büyük bir kara savaşı başlattığı gibi, bunu 20 gün gibi çok kısa bir süre içinde bitirme başarısını da gösterdi.

Bütün bu söylediklerinde yanılan bu kişiler, bu kez, savaşın başladığı ilk günlerde Umm Qasr ve Nasıriye gibi bölgelerde yer yer gösterilen bazı direniş hareketlerini abartarak, Irak' da halkın milli kurtuluş savaşı başlatacağını, rejimin sanıldığı kadar güçsüz ve halktan kopuk olmadığını, Şiiler' in bile ABD' yi hayal kırıklığına uğratarak Saddam' ın yanında yer aldığını söyleyerek eski iddialarını sürdürdüler. Bağdat' ın çok iyi korunduğunu, Cumhuriyet Muhafızları ordusunun çok güçlü durumda bulunduğunu ve (Türk kurtuluş mücadelesine de gönderme yapmak suretiyle) Saddam' ın bazı ordu birliklerini halkın arasına katarak Irak' ı Amerikalılar ve (savaş meydanındaki) müttefikleri için cehenneme çevireceğine inanmamızı istediler.

Bütün bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. Bağdat Amerikalıları bile şaşırtacak bir kolaylıkta düştü. Saddam ve cumhuriyet muhafızları çil yavrusu gibi etrafa dağıldılar. Halk da beklendiği gibi herhangi bir direnç göstermedi. Hatta bazen, gelen işgalci birliklere sevgi gösterilerinin yapıldığına bile şahit olduk. Bunun üzerine, savaşın başında Irak halkını yere göğe sığdıramayan sözümona bu kanaat önderleri, bir ara, zaten Araplar' ın savaşçı bir millet olmadığından, Saddam ve adamlarının Irak' ı ve halkını sattıklarından yada şunun-bunun, müttefik devletlerin ajanı olduğundan dem vurarak bir halkın onurunu kıracak nitelikte yorumlar yapmaya başladılar.

Savaş öncesinde ve sırasında öngördükleri bütün konularda yanılan bu kimseler, şimdi de, ABD' nin (nasıl girdiğini bir türlü anlayamadıkları) Irak' tan imkanı yok kolay çıkamayacağı, buranın Afganistan' la bir tutulamayacağı ve gelişecek olayların üstesinden gelemeyerek çok geçmeden burayı kendi haline bırakıp gerisin geriye kaçmak zorunda kalacağı beklentisi içine girdiler.

Aralarında kelli felli pek çok “stratejistin” ve önemli bazı kurumlara siyaset ve güvenlik konularında danışmanlık hizmeti veren profesör ve eski generalin de bulunduğu bu çevreler neden yaptıkları tahminlerde yanıldılar? Neden gelişen olayları doğru ve sağlıklı bir biçimde analiz etme becerisini gösteremediler? Irak savaşı gibi böyle önemli bir olay komşumuz olan Irak' ın değil de (Allah muhafaza) Türkiye' nin başına gelmiş olsa, bu kimseler yetkili makamlara ve halka yine aynı telkin ve açıklamalarda mı bulunacaklardı? Çok merak ediyorum, bu adamlar neden gerçeklere dayanan sağlam analizler yapmak yerine, daha çok hamasete ve kendi kendini tatmin duygusuna yönelik kısır ve sığ değerlemeler yapmayı tercih ediyorlar?

Bunu, Türkiye' deki pek çok kişi gibi, bu resmi ve gayri resmi uzmanların da son on yılda dünyada meydana gelen değişimi anlayamamış olmalarına bağlamak mümkündür. Öyle olmasaydı çünkü, Rusya'yı saf dışı etmesinin ardından 12 sene gibi uzun bir süre geçmiş bulunan ve bu arada askeri ve teknolojik alanda muazzam gelişmeler kat ederek dünyada tek hiper güç durumuna gelmiş olan ABD' nin yirmi birinci yüzyılın başında yaptığı bir savaşı, bu çevreler tutup Vietnam Savaşı yada Afganistan'ın Ruslar tarafından işgali ve sonrasında bu ülkelerin hüsranıyla noktalanan gelişmelerle karşılaştırma gibi bir gaflete düşmezlerdi. Sözü edilen bu savaş ve operasyonlarda Amerika ve Rusya' nın, işgal etmiş oldukları ülkelerin halklarıyla değil, asıl olarak birbirleriyle çatıştıkları gerçeğini göz ardı etmez ve Birinci Körfez Savaşında uğradığı ağır yenilgi ve sonrasında yaşadığı ambargonun altında beli iyice bükülmüş Irak' ın dünyanın bu en büyük savaş makinası karşısında şansının olmayacağını gerçeğini görmezlikten gelmezlerdi.

Savaşın uzun sürmesinin ve halkın silahlanarak işgalci güçlere karşı direnmesinin kurtuluş savaşı olması gibi şatafatlı yönünü vurgularken, bu durumun aynı zamanda, ülkeyi ve insanlarını daha da büyük felaketlere, açlığı ve sefalete maruz bırakacağı olgusunu gizlemeye çalışan bu kişilerin, dünyadaki değişimi adeta anlamak istemiyorlarmışçasına, bu kez de, Irak' ın yeniden yapılandırılması konusunda yanlış birtakım öngörülerde bulunmaya devam ettiklerini görüyoruz.

11 Eylül hadisesiyle zavallılaştığını sandıkları Amerikalılar' a terör belasını yenmiş olan Türkiye' nin öğretebileceği çok şeyinin olduğunu her fırsatta dile getirmiş olan sözünü ettiğimiz bu gruplar, şimdi de, Türkiye' nin bölgedeki tarihi ve kültürel bağları sayesinde sahip olduğu engin deneyimini ABD ile paylaşıp ona yol gösterebilecek yegane ülke olduğunu, bu nedenle, ABD' nin bölgede Türkiyesiz hareket etmesinin mümkün olmadığını terennüm etmeye başladılar. Bunu söylerken, sanki şu anda Irak' ı askeri olarak tamamen kontrolü altında bulunduran ülkenin Amerika, yanıbaşında gelişen bütün bu olup bitenlere dünyanın öbür ucundaki herhangi başka bir ülke gibi sadece uzaktan seyretmek durumunda olanın da Türkiye olduğunu görmüyorlarmış gibi davranıyorlar. Ama buna rağmen yine de işlerine (ve daha çok da hoşlarına) geldiği gibi ahkam kesmeye devam ediyorlar.

Irak' ı Güzel Bir Gelecek Bekliyor

Koskoca bir devleti, tereyağından kıl çekercesine, olayı çevreye yaymadan ve dışarıdan kimsenin karışmasına izin vermeden kısa bir sürede ortadan kaldıran ABD, Irak' ın yeniden yapılandırılması sürecinde de tek söz sahibi ülke konumunda olacaktır. Birleşmiş Milletleri bile bu işe karıştırmak istemediğini açıkça ifade eden Amerika, Irak' ı kendi bildiği gibi yeniden kurmaya çalışacaktır.

Aslına bakılırsa, başka devletlerin burunlarını işin içine sokmalarına izin verilmemesi bir anlamda Iraklılar' ın da lehine bir durum olacaktır. Çünkü, başta komşuları olmak üzere, farklı devletlerin ülkedeki çeşitli gruplar üzerinde oyun oynaması durumunda iç çatışmalar yaşanabilir ve ülke Lübnanlaşma denen kaos ortamına işte o zaman girilebilir. Ama tek ve güçlü bir el tarafından (dışarıdan) yönlendirilip himaye edilecek bir Irak' ı parlak bir geleceğin beklediğini söyleyebiliriz. Nasıl mı?

- Bir kere, Irak' ın toprak bütünlüğü başta olmak üzere iç ve dış güvenliği gibi önemli konular ABD' nin garantisi altında olacağı için ülkenin şimdilik böyle bir problemi olmayacaktır.

- Öte yandan, prensip olarak, kendini ülkedeki bütün etnik ve dini gruplara karşı belli ölüde eşit bir mesafede durmak zorunda hissedecek olan Amerika, herhangi bir grubun bir başkasına üstünlük sağlama ve onu yönetimden saf dışı etme girişimine izin vermek istemeyecektir. Nitekim, geçen süre zarfında, Türkiye' nin dışarıdan Kuzey Irak' a asker sokmasına engel olmak suretiyle Kürtler' i, Kürt' lerin Musul ve Kerkük' teki bazı uygulamalarına karşı çıkarak da Türkmen topluluğunu koruduğunu göstermek istemiştir.

- Irak' ın bundan sonra uzunca bir süre güvenlik ve dış politika gibi önemli meselelerini Amerika yürüteceği için, halkın ve bir şekilde onun içinden çıkacak olan hükümetlerin tüm dikkatleri beşeri ve ekonomik gelişme ile ülkenin yeniden imarı ve kalkınması gibi sivil konular üzerinde yoğunlaşacaktır. Zengin petrol kaynaklarından elde edilecek paraların pahalı silahlara yatırılmaması durumunda, ülkenin konumu ve nispeten gelişmiş durumdaki nüfusu sayesinde Irak' ın önümüzdeki dönemde önemli mesafeler kat edeceği pek kuvvetle muhtemeldir. Örneğin, son on yıldır ABD' nin güvenlik şemsiyesi altında yaşayan Irak Kürtleri' nin, ellerindeki küçücük toprak parçası ve son derece kıt olan kaynaklarına, geçmişte yaşadıkları savaş ve göçün yaratmış olduğu büyük tahribata ve halkın tüm yoksulluğu ve geriliğine rağmen, geçen bu süre zarfında, beşeri ve ekonomik altyapı anlamında son derece önemli kazanımlar elde ettiklerini görüyoruz.

Bu modelin tüm Irak' a uygulanması durumunda burada da aynı sonucun elde edilmesi mümkün olacaktır. Irak halkı bu arada milli (bir) bağımsızlığa sahip olamayacak belki ama, karnı tok ve kafası rahat olacaktır. Zaten ekonomik gelişme ve toplumsal kalkınma süreci belli bir süre sonra, ister istemez, gücü yani bağımsızlığı ve egemenliği de beraberinde getireceği kesindir.

- Diğer yandan, yıllarca yaşanan savaş ve çatışmalardan iyice bıkmış olan Irak halkının, ABD kontrolündeki bir ülkede herhangi ciddi bir iç çatışmaya girmesi de beklenmemelidir. 70 yıldır Bağdat rejimlerinden zulüm görmüş olan Kürtler' in şimdi kendilerinden daha güçsüz durumdaki Sünni Araplar' dan intikam almaya kalkışmamaları bunu doğrulamaktadır. Yine şimdiye kadar, beklendiği gibi ciddi bir Kürt-Türkmen yada Araplar arasında herhangi bir mezhep çatışması da yaşanmış değildir. Savaşın en sıcak günlerinin yaşandığı bugüne kadar böyle durumlar ortaya çıkmadığına göre, bundan sonra da çıkmasına müsaade edilmeyeceğini söyleyebiliriz.

Bütün bunlar birer mucize yada Irak' daki halkların erdemliliğinin bir sonucu değildir elbette. Bunda, ABD' nin hegemonik gücünün ve savaşı ve sonrasını yönetmedeki başarısının katkısı inkar edilebilir mi?

- Son olarak, Amerika' nın bütün dünyayı karşısına alıp büyük paralar sarf ederek elde etmiş olduğu Irak gibi önemli bir ülkeyi yıkıma ve tüm bölgeyi etkileyecek bir istikrarsızlığa sürüklenmesine izin vermeyeceği aşikardır. Zira Irak' ın kaosa girmesi en çok ABD' nin zararına olacaktır. Amerika için bundan sonra önemli olan, Irak' da istikrarlı, zengin küresel ekonomik sistemle entegre olmuş ve "kendi" ulusal ve global menfaatlerine zarar veren düşünce ve akımların yeşermeyeceği demokratik ve laik bir düzenin kurulması olacaktır. Böyle bir Irak, ABD için bir yandan, bölgedeki politikalarının yürütülmesinde her yönden kullanabileceği devasa bir karakol olacağı gibi, diğer yandan, önümüzdeki on yıl ve sonrasında üretilecek mallarının zengin bir müşterisi ve pek çok konudaki sadık yada bizdeki bazılarının o çok hoşlandıkları tabirle "stratejik" ortağı olacaktır.

Bugün Türkiye' yi zoraki bir biçimde bir model olarak lanse etmek istediğimiz Irak' ın, önümüzdeki dönemde, laik ve demokratik rejimiyle, güçlü piyasa ekonomisi ve yüksek kişi başına milli geliriyle sadece bize değil, yine aynı Usta' nın elinden çıkmış bulunan Almanya ve Japonya gibi bir "mucize" olarak bölgeye ve hatta tüm dünyaya örnek olarak gösterileceğini düşünmek zor olmayacaktır.

Bu itibarla, Türkiye' de yönetimde söz sahibi olanlardan beklenen, dünyada gelişen olayları iyi okumaları, büyük değişim ve yeniden şekillenmelerin yaşanacağı önümüzdeki belirsizlik döneminde, on yıllardır istikrar ve birliğini korumasını bilmiş bu ülkenin selametle ayakta kalmasını sağlayacak çağdaş ve "muasır medeniyet" le uyumlu politikalar üretip uygulamalarıdır. 17.5.2003, İstanbul

Hiç yorum yok: