17 Nisan 2008 Perşembe

Yorgunluğumu Kuzu Kulağı Toplayarak Attım.

Bu kış geçen yıllara nazaran daha çok kar yağdı. Bu bahar yoğun yağmur da fena sayılmaz. Umarım yaz mevsimi, zirai mahsullerin en çok su istediği kurak geçmez de bu sefer bereketli olur.

Oturduğumuz semt şehrin girişinde yer alıyor.Uçsuz bucaksız tarlaların yer aldığı arazilerin kentle birleştiği çizgide oturuyoruz.Buğday yada ayçiçeği ekili tarlalar sitemizin yanı başına kadar uzanmaktadır.

Şehir düz ovaya kurulu olduğu için orman-ağaç bakımından zayıf. Bu nedenle yeşilliği de bahar yağmurlarının son bulmasıyla kaybolur.Bu nedenle burada yeşil çevrenin tadını şu kısıtlı ilkbahar günlerinde doyasıya çıkarmak gerekiyor.

Sezonu geçen Pazar günü açtım. Yanıma ailemi de alarak daldım tarlaların arasına. Tarlalar geniş patika yollarla birbirinden ayrılmışlar. Bir de, tarlaların mahalleyle birleştiğini belirttiğim, bizim evin bulunduğu mevkiden, şehrin 3 km ötesindeki üniversite kampüsüne kadarki arazinin ortasında açılmış toprak bir yol var. Yolun kenarında, yolla boydan boya uzanıp giden üstü açık bir su kanalı var. Şehrin dışındaki bir göletten bahsettiğim muhitteki araziye zirai su nakli için inşa edilmiş bu küçük kanalda usulca akan su ile birlikte toprak yolda yürüyüş yapmak insanda müthiş bir rahatlama sağlıyor.

Bunun için zaten, ikindiden sonra, hava hafiften serinler serinlemez onlarca, belki yüzlerce insan buraya akın eder ve hava kararıncaya kadar bu toprak yolu baştan sona kadar dolanır dururlar. Kimisi koşarak spor yapıyor, kimisi de sadece, tracking dediğimiz tempolu yürüyüşü tercih ediyorlar.

İşte, geçen Pazar bende ailemle birlikte buraya yürüyüşe gidince, buğdayın şimdiden neredeyse bir diz boyu uzadığını gördüm ve çok sevindim. Geçen yıl aynı tarlalara ayçiçeği ekilmişti ve kuraklık nedeniyle pek cılız kalmış olan ayçiçeği tarlalarına biçerdöver sokulmadığını, bu nedenle ürünün tarlada bırakıldığını biliyorum. Bu sene öyle olmaz umarım.

Su kanalıyla paralel olarak uzanan toprak yolda ilerlerken karşıdan, eşofmanlarını çekmiş, ayaklarında spor ayakkabıları ve kafasında spor şapkasıyla bir adam bana yaklaştı. Yolda yürürken, ikide bir kafamı çevirip tarladaki yeşil buğday saplarına ve tarla kenarlarında açmış çiçekli otlara meraklı gözlerle baktığım dikkatini çekmiş olmalı ki, yaklaşıp, elindeki poşetlerden birini uzatarak “kardeş, ister misin? İstiyorsan al şundan.” deyip içi ot dolu bir poşeti bana doğru uzattı.

İlk şaşkınlığımı attıktan sonra adama ve elindeki poşetlerin içine dikkatlice baktım. Poşetlerdeki otların kuzu kulağı denilen, ekşi bir tadı olan ve benim çok sevdiğim bir ot olduğunu fark ettim. Adamda bu otla dolu üç tane poşet vardı. ‘İhtiyacından fazla toplamıştır, bu nedenle birini bana vermek istiyordur’ düşüncesiyle elimi poşetlerden birine uzattım. Ama yine de ihtiyatı elden bırakmamak, deyim yerindeyse, tongaya düşmemek için kendisine “kaça veriyorsun?” diye sordum. “Parayla değil” dedi. Şaşkınlığım, hafifçe sevince dönüşerek biraz daha arttı ve adamın elindeki poşetlerden birine asıldım. Ne var ki adamın, elindeki poşeti bırakmaya niyeti yoktu. Bana vermek istediği, poşet dolusu ot değildi. Nitekim hiç beklemedi ve hemen duruma müdahale etti. Bana, poşetten sadece tadımlık birkaç yaprak vermek istediğini hatırlattı. İstersem tadına bakmak için birkaç dal alabilirmişim.

‘Neyse bunu da şükür’ deyip poşetten üç-dört yaprak çıkardım. Adama teşekkür edip ondan ayrıldık ve onun geldiği istikametin tersine, yani tarlaların derinliklerine doğru ilerlemeye başladık. Kuzu kulağını ta çocukluğumda, ninemlerden duymuştum. Küçükken yemiş miyimdir.. tam hatırlamıyorum, ama, bu otu en son -kulakları çınlasın- iş arkadaşım Canan Hanım sayesinde tattığımı biliyorum. Canan Hanım’ ın, çalışan bir kadında kolay kolay rastlanılamayacak ve çoğu ev kadını hatta köylü kadınında bulunmayacak ölçüde bir yemek kültürü vardı.

Bize anlattığına göre, O da hep, bahsettiğim tarlaların bulunduğu araziye gider yürüyüş yapar ve bu sırada topladığı ebe gömeci, gelincik, hardal, kuzu kulağı…vb. bahar otlarından torba torba toplayıp evine götürür ve bunları bir güzel yıkadıktan sonra doğrudan çiğ olarak yada pişirdikten sonra tüketirmiş. Öyle bir merakı vardı Canan Hanımın da. Hatta, arada bir bu otları işyerine de getirir ve isteyen arkadaşlara ikram ederdi. Canan Hanım başka bir ile tayinci olarak gitti. İyi bir bayandı kendisi, vesselam…

Her neyse, biz tarlamıza ve kuzu kulağı toplama maceramıza yeniden dönelim.

Aslında bu otu, Canan Hanım’ ın ikram ettiklerine rağmen, diğerlerinden ayırt edecek derecede tanımazdım. Ama adamın verdiği numune yaprakları incelediğimde, o an kenarında bulunduğumuz tarlanın hemen yanındaki bentte yer alan otlar arasında da bu ottan çokça bulunduğunu gördüm. Tadına bakmak suretiyle yaptığım ufak bir iki denemeden sonra bu otun şekline iyice aşina olunca eşim ve kız kardeşlerimle birlikte biz de bir poşet dolusu kuzu kulağı topladık.

Akşam üzereydi zaten dolaşmaya çıktığımız vakit. Havanın kararmasıyla birlikte eve dönmeye karar verdik. Elimizdeki kuzu kulağı dolu poşetle, tarlaların mahallemize tam da birleştiği noktadaki doğal kaynak suyu akan çeşmenin başına geldik.

Çeşmeden kova kova su doldurup içmek üzere evlerine götürmek için dizilmiş birkaç kişiyi bekledikten sonra sıra bize gelince çeşmenin gürül gürül akan serin suyundan avuçlar dolusu kana kana su içtik. Sonra da elimizi, yüzümüzü ve topladığımız kuzu kulağını yıkadık. Ha, bir de elimizdeki 5 litrelik su bidonu vardı, onu da doldurup evin yolunu tuttuk. Evimizle çeşme arası yürüyüş mesafesi olarak 4-5 dakikayı geçmiyor zaten. Hemencecik eve ulaştık.

İki-üç saat kadar yürümüştük aslında. Ama yorgunluktan eser yoktu bizde. Aksine son derece dinlenmiş bir halimiz vardı. Dolaşmak ve kuzu kulağı toplamak, Pazar günü dahil haftanın yedi günü aralıksız çalışan bizim gibi birileri olarak emsalsiz bir terapi tesiri yapmıştı bu minik gezinti.

Kuzu kulağını akşam yemeğinin yanında salata niyetine ama hiç doğramadan yedik. Yıkama işini çeşme başında yapmıştık zaten. Sadece biraz tuz ektik üzerine. Tadı kendiliğinden ekşi olduğu için limona gerek duymadı. Tarladan topladığımız kuzu kulağını ailecek afiyetle tükettik böylece.

Gelecek hafta sonunu iple çekiyorum. Aksilik olmazsa yine gideceğim oraya. Bu sefer ot bulur muyum bulmaz mıyım bilemem ama, şu bahar mevsiminde, su kanalı boyunca uzanan toprak yolda, tarlaların arasında bir iki kilometre yol yürümenin faydaları anlatılmakla bitmez diye düşünüyorum. Çevresinde, ailesiyle yada arkadaşlarıyla rahat bir şekilde dolaşabilecek böyle muhitler bulunan herkese bunu tavsiye ediyorum.

Hiç yorum yok: