11 Nisan 2008 Cuma

Hadi Diyelim ki Laiklik Konusunda Hassasiyet Gösterenler Abartıyor..

Hadi Diyelim ki Laiklik Konusunda Hassasiyet Gösterenler Abartıyor..Peki Diğer Kesimlerin Hiç mi Kabahati Yok?

Türkiye’ de, ilkokuldan itibaren “din ve devlet işlerinin ayrı olması” geçiştirmesiyle laiklik konusunda bilgilendirilen nesillerin, bu kavramın gerçek manasını tam olarak bildiklerini düşünmüyorum.

“Bilmiyorlar” şeklindeki ithamımıza sadece laiklik olgusuna fazla odaklanmayan ve bu kavramın anlamı ile devlet yönetimi ve toplum düzeni için bir önem arz edip etmediği konusunda kafa yormayan ve bu nedenle de çoğu zaman “laiklik karşıtı” olarak yaftalanan kesimler değil, aynı zamanda laik sistemin bayraktarlığını yapanların peşinde sürüklenen kitlelerin de muhatap olduğunu hemen belirtmemiz gerekiyor.

Dine, dini hayat biçimine ve çoğu, yine dini kurallardan kaynaklanmış veya ondan etkilenmiş olan sosyal değerlere vurgu yapan bir bakış açısıyla dünyaya, olaylara, toplum ve devlet hayatına anlam vermeye çalışan kesimlerin laikliğe ilişkin değerlendirmeleri; dışarıdan bakıldığında muhafazakar bir görüntü veren Ülkemizde bir anlamda çoğunluğu oluşturuyor olmaları hasebiyle, görece daha önemlidir. Daha önemlidir ki, laik devlet düzenine geri dönülemez bir kararlılıkla geçilmiş olmasının üzerinden 80’ i aşkın senedir geçmesine rağmen, sözünü ettiğimiz bu büyük muhalif kitlenin laik sistem karşısındaki “problemli” tavrı bir türlü ortadan kalkmıyor ve bu yüzden bu sorun ülke gündeminin birinci sırasındaki yerini korumaya hala devam edebiliyor.

Sorunu sadece bir kesimin, örneğin, genelde iddia edildiği şekliyle, muhafazakar-dindar grupların kabahati olarak görmek kolaycılığa kaçmak olur. Tamam, laiklik konusunda hassasiyet göstermeyen kesimlerin bu konudaki kusurları inkar edilemez. Fakat, Ülkede demokratik ve özellikle de laik bir devlet düzeniyle seküler bir dünya görüşünün yaygın ve sağlam temellere basacak şekilde bir türlü oturtulamamış olmasının müsebbibi sadece bu gruplar değil, aynı zamanda, laiklik kavramını ağızlarında sakız eden ancak öteden beri bu konuda takınageldikleri menfi tutumlarıyla toplumun laikliğe ısınıp onu benimsemesinin önündeki diğer önemli bir engel oluşturmuştur diye düşünüyorum.

Laikliğin ve sekülerizmin, geçtiğimiz en az bin yıllık mazisi itibariyle az buçuk dini motifler taşıyan değerlerle beslenmiş bir hafızaya sahip toplumumuza yabancı olduğu hususu herkesin kabul ettiği bir gerçektir.

Fakat, bünyemize yabancı olmakla birlikte, medeni bir sosyal hayatın ve devlet düzeninin en temel şartlarından biri olan, bu nedenle de bir şekilde bünyemize enjekte edilmesi lazım gelen ve haddizatında ülke ve toplum olarak geçtiğimiz asrın başlarında bunda karar kılınmış olan laik sistemin toplumumuza tanıtılıp benimsetilmesinde neredeyse en başından beri teknik bakımdan öylesine büyük yanlışlıklar yapıldı ki, insanımız bu insani ve medeni prensibin hakiki manasını layık-ı veçhiyle bir türlü idrak edemedi ve ona her zaman bir nevi düşmanlık ediyor gibi bir pozisyon içerisinde göründü.

Ama maziyi geçmek gerekiyor. Faydası olmaz çünkü, “şu bunu dedi, ötekisi şunu yaptı.” diye eski defterleri açmanın. Önümüze bakmamız gerekiyor.

Evet, dediğimiz gibi, madem çoğunluk itibariyle muhafazakar ve/veya dine ve dini değerlere karşı olmayan veya en azından bunlara bir şekilde mütemayil olan bir sosyal yapımız var. Hatta bu çoğunluğun tecellisi olarak, bu değerleri savunan bir parti şu an iktidarda bulunmakta ve bu kesimlerden gelen insanların, Ülkede, hayatın hemen her alanında büyük bir yükselişleri söz konusudur. O zaman, huzur ve istikrar içerisinde tesis edilecek bir devlet düzeni ile toplum refahının kurulabilmesinin bugüne kadar keşfedilmiş en parlak araçları olan laik ve demokratik hukuk devleti sisteminin icaplarının yerine getirilmesi ve bu değerlere sahip çıkılması noktasında asıl büyük sorumluluk “muhafazakar” dediğimiz cenaha düşmektedir.

Halbuki bu kesimlerin kafasının özellikle “laik devlet” gibi en temel bir konuda bile henüz tam anlamıyla netleşmediğini görüyoruz. Laikliğe hangi değeri atfettiklerinin, belediyelerdeki deneyimlerini de kattığımızda 20 yılı bulan iktidar geçmişlerine rağmen hala daha kesin olarak ortaya koymuş değiller.

Oysa, laik devletin, özü itibariyle,”dinsiz” yada başka bir ifadeyle, bir aygıt, idari bir mekanizma olarak; hiçbir dini, düşünsel yada felsefi görüş ve inanışa, diğerlerine nazaran bir yakınlık içinde bulunmayan ve tüm vatandaşlarına karşı eşit mesafede durarak onların kendi dünya görüş ve düşüncelerini özgürce yaşabilmeleri için uygun ortamlar oluşturmakla mükellef devlet sistemi olduğu gerçeğini hepimizin artık çok iyi kavraması gerekiyor. Böyle bir devlet yapısı, ülkedeki her görüş ve inanıştaki tüm insanların hayrına olan ve bu konudaki şimdilik bilinen en iyi sistemdir.

Ülke zemininin, üzerindeki farklı görüş ve inanıştaki grupların karşılıklı kavga ve tepişmeleri yüzünden kıymetli bir halı misali ayaklar altından kayıp gitmesinin ve toplumun kaosa sürüklenmesinin önüne geçilebilmesi, laiklik ekseninde tartışma yürüten tüm kesimlerin gayet iyi niyetli bir biçimde şapkalarını önlerine koyarak aklı selimle düşünmelerine ve bu kavramın gerçek anlamıyla, uygar dünyadaki yaygın kavranış ve uygulanış biçimini çok iyi bellemelerine bağlıdır. Bunu bugün yapmanın her zamankinden çok daha yakıcı bir aciliyetinin olduğunu da eklemekte fayda vardır.

Hiç yorum yok: