24 Nisan 2008 Perşembe

Siyasal İktidarların Frenlenmesi İşini Sadece Siyasal Mekanizmalar Yapmalı.

Demokrasi kuralları içerisinde iyi işleyen bir devlet yapısının tesisi, her şeyden önce, halk egemenliğinin temsil edildiği makam olan siyaset kurumunun “baş tacı” edilmesi ve ülkenin bütün dizginlerinin onun eline verilmesiyle mümkündür.
Öyle ya, ülkenin ve onun devletinin egemeni madem ki halktır, millettir..o zaman, halkın temsilciliği rolünü üstlenen siyasi zümrenin ülke yönetiminde birinci ve esaslı vazife ve salahiyeti de elinde bulundurması lazım gelir.
Bu nedenle, siyasetin ve siyasetçinin toplumsal itibarının iadesi için gerekli olan yasal-anayasal değişiklikler dahil, zihniyet değişikliğine dair ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
Bilindiği üzere, eskiden yönetim kralların/sultanların elinde bulunuyordu. Daha sonra halka geçen bu egemenliğin kullanılması noktasında, pratikte, kimi uygulama farklılıkları ortaya çıkmıştır.
Halkın oyununun farklı gruplar arasında bölünmesi ve en çok oy alan grup yada grupların bu “temsil etme” vasfını kullanmasında, bunların diğer kesimlerin temel hak ve taleplerini ihlal etmeleri noktasındaki endişelerin giderilmesi amacıyla, siyasi temsil yetkisini alan iktidarların birtakım mekanizmalarla frenlenerek dengede tutulmaya çalışılmıştır.
Siyasi iktidarların ve özellikle de bu iktidarın asıl kaynağı olan ,parlamento çoğunluklarının dizginlenmesinde iki farklı sistem uygulanmaktadır. Siyasi iktidarın, yine siyaset kurumuna dahil aktörlerce ve siyaset zemininde dengelenmesini öngören sistemle; bunu, siyasetin dışında yer alan diğer devlet kurum ve organları eliyle temin etme yolunu seçen sistem.
Bizdeki uygulama ikinci sistemin öngördüğü yönteme uygundur. Hatta bizde, siyaset kurumunu, yani onun tezahür ettiği müessese olan parlamento o denli kıstırılıp güdükleştirilmiştir ki dışarıdan bakıldığında bu “kısıtlama”nın bizzat “halkı egemenliği” üzerinde bir vesayet görüntüsü vermektedir.
Bizde siyaset kurumunu, yani parlamento çoğunluğu ile ona dayanan siyasal iktidarı dengeleme, devletin yönetim aygıtına dahil birtakım idari unsurlar eliyle yapılmaktadır.
Bu da, ülke yönetiminin sürekli bir devlet krizi hali içerisinde bulunmasına sebebiyet vermektedir.
Oysa, bugünkü ülke ve dünya gerçekleri varolduğu müddetçe, hiç kimsenin ne “halk egemenliği” prensibinden ne “cumhuriyet rejiminden” ne de “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” ilkelerinden vazgeçip başka bir yönetim biçiminin benimsenmesini önermesi mümkün değildir. Kimsenin böyle bir teklifte bulunamıyor olmasının sebebi, bu konudaki mevcut yasal ( yada anayasal) engelleyici hükümler değil, insanlığın ulaşmış olduğu siyasal-kültürel zihniyetin düzeyidir.
Bu nedenle, Türkiye’ de siyasal iktidarların her önemli karar alışları büyük tantanalara neden olmaktadır.
Bir kesim, sen rejimi değiştiriyorsun, ülkeyi bölüyorsun diye tutturup devletin, hükümetin emrinde olması gereken devlet kurumlarını siyasal iktidara karşı diklenmesi yönünde kışkırtırken, başkaları da halkın egemenliğinin ihlal edildiği iddiasıyla ortalığı vaveylaya veriyor.
Türkiye’ deki askeri vesayetin, bürokratik oligarşik düzenin, siyaset ve siyasetçideki yozlaşmalarının, yolsuzlukların ve daha pek çok kronik ulusal ve uluslar arası sorunun hep, bu, siyaset olgusuna gereken önemin verilmemesinden kaynaklandığını düşünüyoruz.
Siyaset kurumuna, layık olduğu anayasal değer verilmediği için, liyakatli, namuslu ve temiz insanlar bu zeminden uzak duruyorlar yada buraya geçmeye yeltenenler kısa bir süre sonra tutunamayıp burayı terk ediyorlar.
Bu tezimizi ispatlamak için farklı kesimlerden örnekler verelim isterseniz. Cem BOYNER, Zülfü LİVANELİ gibi, kendi kariyerlerinin zirvesindeyken gelip halka hizmet etmek isteyen şahsiyetler, siyasetteki bu çarpık ve yoz ortam nedeniyle tutunamayıp kaçtılar.
Oysa, siyasete ve siyasetçiye toplum tarafından gerekli değer verilmelidir ki, ülkenin en kıymetli insanları bu alana kanalize olsunlar. Bu alan halka hizmetin en verimli ve parlak sahası olmalıdır ki, ülkesi ve insanı için bir şeyler yapmak isteyen her görüş ve inanıştaki her insanın en değerli mesaisini bu iş için harcamak üzere buraya akın etsin. Çalıp çırpmak üzere değil, çalışıp fikir üretmek, devleti en rantabl şekilde işletip, temsilcisi olduğu halka musahhar bir hizmetkar kılmak için….
Değerli, iyi niyetli, liyakatli ve temiz insanların rağbet göstereceği siyaset kurumu da, halkın temsil edildiği makam olarak, iktidarı ve muhalefetiyle, parlamento ve parlamento dışıyla, velhasıl topyekün bir müessese olarak derere binecek ve halka hizmetin odağı haline gelecektir.
Bunun için de bu kurumun güçlendirilmesi ve şuradan buradan; devletin yönetim birimlerine dahil olan ve aslında siyasal iktidarın emrinde çalışması lazım gelen birtakım kurumlarının “dengeleme” unsuru olarak çıkarılmaktansa, bu dengeleme işlevinin yine siyasetin kendi içinden çıkacak elemanlar eliyle deruhte edilmesi gerekiyor.
Bunun için köklü anayasal değişikliklere gidilerek parlamento kendi içinde ikiye bölünebilir. Yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının da halk tarafından seçilmesi öngörülebilir. Parlamentonun “halkı temsil etme” vasfının daha güçlendirilmesi bakımından şu anki baraj oranı iyice düşürülebilir yada meclislerden biri için bile olsa tamamen kaldırılabilir.
Devletin, halk oyuyla seçilecek organların seçim dönemleri farklı zamanlara denk getirtilerek halkın, zamanla değişmesi muhtemel tercihlerinin bu temsil mekanizmalarına adilane bir biçimde yansıtılması sağlanabilir.
Siyaset bilimi teorisinde ve anayasa hukuku literatüründe, dünyadaki uygulamalar da göz önünde bulundurularak, bu amacı sağlayacak daha pek çok yöntem bulunabilir.
Netice itibariyle, pratikte hangi yöntem yada yöntemler uygulanırsa uygulansın, mutlaka, siyasetin devlet yönetimindeki birinci ve esaslı konumu mutlak, kayıtsız-şartsız ve ortaksız bir biçimde sağlanmalıdır.
“Siyasal iktidarın freni olmalıdır” dermek, bütün bir siyaset kurumunun dengelenmesi gerektiği anlamına gelmiyor.
Siyaset kurumunun, halk egemenliğini kullanma ve bu egemenliği kullanmanın bir uzantısı olan devleti yönetme bakımından diğer her türlü idari birimin üzerinde ve onlara mutlak bir biçimde hükmetme yetkisi ve konumu olmalıdır.
Siyasal iktidarı dengelemek için kullanılacak frenler ise, yine siyasi kimlikli mekanizmalar olmalıdır ki bu mekanizmaların da, “halkı temsil etme” noktasında, hükümet eden siyasal iktidardan eksik kalan bir bulunmaması gerekir.
Devletin idari birimleri manzumesine dahil, istinasız tüm unsurlar ise, bu siyasi gücün, eski tabirle birer “kapıkulları” konumunda olmalı ve onun yasal her türlü emir ve talimatlarını uygulamaya amade memurları olduklarının bilincinde olmaktan bir an dur olmamalıdırlar.

Hiç yorum yok: