4 Nisan 2008 Cuma

Bütün Tarafların İtidal İçinde Düşünüp Ona Göre Davranması Şarttır.

Tek devlet, tek millet gibi ülkülerin peşinde koştuğumuz geçen 80 yıllık Cumhuriyet dönemi boyunca, toplum olarak, temelde sahip olduğumuz farklılıkları öylesine görmezden gel(mek) (iste)dik ki, geldiğimiz nokta itibariyle, bizim, ülkede birden fazla “taraf”ın mevcut olduğunu söylememiz bile belli bir hazımsızlığa sebebiyet verebilir.
Çünkü Türkiye’deki sosyal, siyasal ve kültürel düşünce çeşitliliğine dair ne varsa bugüne kadar hep yok sayıldı.
Ülkenin en temel elementlerine ilişkin envanteri yanlış çıkarıldı.
Tek tip bir toplum oluşturacağız diye, yıllarca çarptık olmadı, topladık olmadı..çıkardık, yine olmadı…

Üstelik, “Elin Avrupalısı, Amerikalısı, aradan 2. Dünya Savaşının ağır darbesini yedikleri halde, medeniyette çağ üstüne çağ atarken, bizler neden yerimizde sayıyoruz?” diye hayıflanıp dururken de..
Büyük güçlerin bizi birbirimize düşürerek ayağımıza çelme taktığına gözümüzle şahit olup, bu gördüklerimizi, rastladığımız herkese avazımız çıktığı kadar bağırarak anlattığımızda da..
-Küçük hesaplar peşinden koşarak birbirimizi boğazlayıp cümle insanlığın gözleri önünde her on-on beş yılda bir rezil-kepaze olurken ve
-Bütün bunları yaşadıktan sonra şapkamızı önümüze koyup birbirimizi aklı selimle düşünüp itidalli davranmaya davet ederken de Ülke toplum gerçeklerini bir türlü anlayamadık..anlamak istemedik.

Sözde özeleştirilerimizi bile büyük bir böbürlenme hissi içerisinde yaptık ve karşımızdakine gazap görüntüsü içerisinde “merhamet” gösterdik..
Her kesim kendisinin yegane iyi ve Ülkenin gerçek sahibi olarak gördü ve başkalarına hiçbir hayat hakkı tanımadı.
Herkes diğerinin varlığını “şimdilik” kabullenmiş gibi davrandı..hesabını ona göre yaptı ve düzenli bir “program” çerçevesinde belli bir “hedef” doğrultusunda harıl harıl çalıştı.
Bunları söylerken “herkes” zamirini de bilinçli olarak kullanıyorum.
Çünkü, gerçekten de inancım; geçmişte olduğu gibi bugün de, insanların neredeyse tamamının, kendilerini siyasi, sosyal ve kültürel değerlerin karşılıklı mücadelesinin yaşandığı bir “mevzilenme pozisyonu” ve haleti ruhiyesi içerisinde hissettiği yönündedir.
Hatta bu söylediklerime inanmıyorsanız şayet, bu yazıyı şu an okuyan birleri olarak sizin de, dünya görüşünüz ne olursa olsun, kendinizi bu konuda hemen şimdi ufak bir teste tabi tutmanızı öneririm.
Mesela, bu söylediklerimi prensip olarak paylaşıyor ve “evet hocam, size canı gönülden katılıyor ve dediklerimizin altına imzamızı atıyoruz. Bu ülke, zaten, hep böyle düşünen insanların ve grupların ‘bencilce’ tutumları yüzünden bir türlü hedeflenen seviyeye gelemiyor.” diyor ve fakat bütün bu olumsuz nitelemelerin sadece politik görüşlerini, hayata ve dünyaya bakış açılarını beğenmediğiniz diğer grupların bir kusuru olduğunu düşünüyor ve kendinizi bir şekilde ait hissettiğiniz cenaha bu konuda toz kondurma niyetinde görünmüyorsanız; kusura bakmayın arkadaşlar ama bence siz de bu sorunun bir parçasısınız.
Ben, kitle iletişim araçlarının geldiği bugünkü nokta itibariyle insanların, siyasal düşünce grupları arasında mutlak surette kayıtsız kalabileceklerine pek ihtimal vermiyorum. Bunun, insan tabiatına aykırı olduğunu düşünüyorum. Bunda yadırganacak bir şey de yoktur esasında.
Ama önemli olan, herkesin, kendi duruşunu ve başkalarının “farklı” konumunu tam manasıyla görüp bunu kendi rızasıyla kabullenmesi ve bu durum içselleştirerek bu şekilde yaşamayı bilmesidir.
İnsanların ve farklı toplumsal, siyasal ve kültürel kesimlere mensup kitlelerin; her birinin, karşısındakini bu şekilde kabullenip onlarla birlikte aynı ülke toprakları üzerinde ve aynı ekonomik ve siyasal yapı içerisinde yaşama iradesini asker-sivil hiçbir devlet kurumunun fiziki yada politik dayatmasına ihtiyaç olmaksızın ortaya koymasıyla bu konuda önemli bir mesafe kat’ edilebilecektir.

Hiç yorum yok: